RAMAZAN MANİSİ:
Ramazan’ım merhaba
Bizlere verdin sefâ,
Rabbimize hamdolsun,
Her nefeste bin defa.
AYET:
“Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulu ve Peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.” -Ahzab Suresi: 40-
HADİS:
"…İşte ben, Peygamberlik binasında tıpkı yeri boş bırakılan o köşe taşı gibiyim. Zira Ben, Peygamberlerin sonuncusuyum." -Müslim; "Fezail", 20-23.-
EL-HAKEM
Hükmeden, hakkı yerine getiren...
Allah Teâlâ Hâkim'dir, her şey'in hükmünü O verir ve hükmünü eksiksiz icra eder. Hâkimlerin hâkimliğine, hükümdarların hükümdarlığına hüküm veren de ancak O'dur. O'nun hükmü olmadan hiçbir şey, hiçbir hâdise meydana gelemediği gibi, O'nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak, infazına mâni olacak hiçbir kuvvet, hiçbir hükûmet, hiçbir makam da yoktur.
NUBUVVET: (Nebi’den) Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (C.C.) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak.
Risalet, Allah’tan bir tavzif (görevlendirme), velâyet ise Allah’a bir yükseliştir. Yani, Allah bazı insanları, insanlara resul olarak göndermiştir. Bu bir görevlendirmedir. “Allah kime risalet görevini vereceğini en iyi bilendir.” -En’am Sûresi:124- ayetinin hükmünce, kim buna ehilse, görevlendirilir. İlk insan Hz.Âdem, aynı zamanda ilk Peygamberdir. “Her ümmet için bir resul vardır.” -Yunus Suresi:47- ayetinin belirttiği gibi, her kavme Peygamber gönderilmiştir. Hz.Muhammed (S.A.V.), son Peygamberdir -Ahzab Suresi:40-, risaleti bütün insanlığa şumullüdür.
Risalet, Peygamberimizle noktalanmıştır. Fakat velayet devam etmektedir. Risalet ve velayet, birbirine karışmayan iki deniz gibidir. Hiçbir veli nebi mertebesine ulaşamaz.
Kur'an-ı Kerim'e göre evrenin tek, benzersiz ve ortaksız yaratıcısı ALLAH'tır. ALLAH, insanlara tarih boyunca mesaj gönderiyor. İstek ve iradesini açıklıyor. Ancak O'nun insanla fizik olarak yani frekansların alanına giren titreşimlerin sesiyle konuşması sadece bir kere, o da Hz.Musa ile olmuş, ALLAH onunla konuşmuştur. Peygamber olmadığı halde, Hz.Meryem'e, Hz.Musa'nın annesine, kız kardeşine vahyetmiştir; ama bu sözlü veya yazılı değil, kalbe ilka olunan ilham veya bilinci düzeyine iyiden iyiye çıkmış bilgi aktarımıdır. Diğer durumlarda ve diğer Peygamberlere vahy gönderir. Vahy ya doğrudan kalbe ilka edilen bilgi, rüya veya bir melek (Cebrail) aracılığıyla gelir ve gerçekleşir.
İşte Nubuvvet denen olay, kendisiyle ilim (bilgi) hasıl olan haber ve bu haberi getiren seçilmiş özel kişilerin ortaya çıkışı, aldıkları vahyi diğer insanlara aktarmaları, tebliğ ediklerinin genel adıdır. "Nebe," haber demektir; haberi getiren kişiye Nebi, bu olaya da Nubuvvet denir. Yani ALLAH'ın seçilmiş bir insan (Peygamber) aracılığıyla insanlara seslenmesi, onlara mesaj iletmesi, kısaca onlarla dolaylı olarak konuşmasıdır.
Nubuvvetin kendisinden türediği Nebe kelimesi Kur'an-ı Kerim'de teknik anlamda birkaç şekilde kullanılır. Doğrudan haber anlamında kullanıldığı gibi -Tahrim:3, Kehf:78-, tarihte ortaya çıkmış ve yaşanmış olaylar ve bu olaylara ilişkin bilgi anlamında da kullanılır -Maide:28, Taha:99, Tevbe:70, Yunus:71, İbrahim:9, Kasas:3-. Ancak tarihten aktarılan bu bilgi veya geçmişe ilişkin haber hiçbir insanî ve subjektif paradigma ile saptırılmamış doğru, kesin ve gerçeklik ifade eden haber ve bilgidir -Kehf:13- Çünkü haberin doğruluğu vahy kanalıyla bize bildirilmektedir. Şu halde yalnız tarihi bilgi değil, insanın duyumlanabilir evrenin ötesinden Nebi kanalıyla aldığı ve öğrendiği haber de kesin ve doğrudur. Bu tür haber ve bilgileri, ğayba ve yaşanmış bir geçmişe ait oluşları dolayısıyla, yalnızca Peygamberler bize öğretebilir. Buna üçüncü bir bilgi türü daha ekleyebiliriz. O da, kişinin dış dünyaya ve başkalarına karşı sadece kendi içinde, kalbinin ve bilincinin derinliklerinde sakladığı bilgi ve düşüncelerin, niyet ve taşanların bilinmesi, vahiyle öğretilmesidir -Tevbe: 64-
Gelen vahy veya Peygambere öğretilenler, kişilerin iç derinliklerinde gizlediklerini açığa çıkarabilir. Bütün bunlar gösteriyor ki, nebi olan seçkin kişiler, vahy aracılığıyla,
1. Metafizik veya melakozmik alemden,
2. Bugün gözleme imkanımız olmayan kadim geçmişten,
3. Muhatabın iç dünyasında saklamaya çalıştığı şeylerden bize haber verebilirler.
Ancak Peygamberin bu bilgileri beşer olarak değil, nebi olarak ve ancak kendisine vahy geldiği takdirde bize verebileceğini unutmamalı. Çünkü kişi (beşer) olarak Peygamber de gaybı bilemez.
Nebi bir bakıma bilgi aktarıcısı durumunda güvenilir bir kimse olduğundan, ona ilişkin güven sarsıcı bir davranışta bulunması düşünülemez. Yani Peygamber kendisine vahyedilen bilgileri değişikliğe uğratıp kendinden bir şeyler kalamaz, kısacası ihanet etmez -Al’i İmran:161- Nebi koruma altında bir kişidir. Buna rağmen onun cin ve insan şeytanlarından birçok düşmanı vardır -En'am:122-; özellikle şeytan ona nüfuz etmek ister -Hacc:12- Ama ilahi koruma altında olan Nebi'ye herhangi bir zararın isabet etmesi mümkün değildir.
Kuşkusuz vahy temeline dayalı dini öğretilerde nubuvvet önemli bir kurumdur. Başla da belirttiğimiz gibi Nebi, insanin ALLAH ile temasını kuran temiz bir araç, bir vasıtadır. O, ALLAH'ın insandan ne istediğini aldığı vahy ile bildirir. Onun öğrettiği Kitap ve Hikmet sayesinde insan varoluşun anlamını öğrenir, evreni, kendini ve yaratılışı kavrar. Peygamber büyük bir öğretmendir; ama sadece bilgi vermekle yetinmez, İnsanın ve toplumun geleceğinin ne olacağını da haber verir. Bundan dolayı Peygamber hem Nezir (uyanp-korkutan), hem de Beşir (müjdeci) dir. -Ahzab:45- Onun uyarı ve korkutmaları ile müjdeleri dünyaya ilişkin olduğu kadar ebedi hayat, yani ahiretle de ilgilidir. Eğer insanoğlu, onun rehberliğini, yol göstericiliğini kabul edip öğrettiği ve gösterdiği gibi yaşamaya çalışırsa, hem dünyada adalet, özgürlük, huzur ve barışa kavuşur; hem de ahiret hayatını güven altına alır.
Buna ek olarak Nebi'nin, kendisine inananları güçlü kılma, savaşa hazırlama ve düşmanlarına karşı cihada götürme gibi aktif görevleri de vardır. -Enfal:65, Tevbe:73-
Peygamberler, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilaf ve anlaşmazlıkların çözüm şekillerini gösterir, bu alanda evrensel, adil ve objektif hukuki kural ve ilkeler koyarlar. İlahi hukuk veya şeriat dediğimiz olgu, insanlar başlangıçta tek ve uyumlu bir topluluk (ümmet) iken, aralarında anlaşmazlığa düştükleri zaman Allah, onlara hakem olacak nebiler gönderdi. -El Bakara:213- Onlar bütün bu epistemolojik, ahlaki, sosyal, askeri ve adlî görevleri yanında insana hikmet bilgisini öğretirler. Allah, yaratılışta insana (Adem'e) isimleri, yani varlığın bilgisini öğretti, sonra da tarih boyunca Peygamberlere vahy bilgilerini gönderip insana tebliğ edilmelerini sağladı. Ancak Hz.Adem'le başlayan Nubuvvet zinciri, son halka olan Hz.Muhammed (S.A.V.) ile son buldu. -Ahzab:40- Bundan sonra Peygamber gelmeyecek, Nubuvvetin tarih boyunca gördüğü işlev Kur'an'la sürdürülecektir.
Bütün Peygamberlerin öğrettiği bilgi ve hikmet aynı öze dayanır. Bu da ilahi hikmet ve bilgidir. Bu bakımdan aralarında üstünlük açısından derece farkı olsa da -İsra:55-, Peygamberler arasında ayırım yapılmaz -El Bakara: 285-
Nebiler konumlan itibariyle insanüstü varlıklar değil, birer insandırlar. Yer, içer ve ihtiyaçlarla karşılaşırlar. Biyolojik ve fizyolojik ilahi yasalar onlar için de geçerlidir. Kısaca ölümlüdürler. Bu açıdan İslam öğretisine göre Peygamberler birer mit veya doğaüstü kültler değildirler. Hele onlara tapınmak, onları tanrılaştırmak doğrudan şirk, yani Allah'a ortak koşmaktır -Al-i İmran:80-. Kur'an-ı Kerim açıkça kendisine kitap, hikmet ve nübüvvet geldikten sonra hiçbir Peygamberin insanlara "Bana kulluk edin" şeklinde bir istekte bulunmasının mümkün olmadığını söyler. -Al’i İmran:79- Yahudilerin Hz.Uzeyr'i ve Hıristiyanların Hz.İsa'yı tanrılaştırmaları, onları ALLAH'ın oğullan veya Tanrı'nın kendilerinde bedenleştirdiği varlıklar şeklinde görmeleri büyük bir sapmadır. Peygamberler, kendilerine gelen vahyi insanlara olduğu gibi tebliğ eder, ona uygun yaşama yollarım ve örneklerini pratikte gösterir ve ömürlerini tamamladıktan sonra her ölümlü gibi bu dünyadan çekilirler. Onlara ittiba, getirdikleri kitab ve uyguladıkları sünnet'e bağlılık demektir. Nitekim son Peygamber Hz.Muhammed (s.) de bizlere bunu tavsiye etmiştir.
KIRMIZI KURT
Hz.Davud -ALLAH’ın selamı üzerine olsun- kürsü üzerinde oturmuş Zebur okurken gözleri yerde sürünen kırmızı bir kurda ilişir ve içinden: “Acaba ALLAH’ın bu kurdu yaratmaktan muradı ne ola ki?” diye düşünür.
Bunun üzerine ALLAH’ın izni ile dile gelen kurt O’na şöyle der: “Ey ALLAH’ın Resulu! Her gün gündüzleri bin kere: “Sübhanallahi vel-hamdulillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber. (ALLAH’ı noksanlıkların her türlüsünden tenzih ederim, hamd O’na mahsustur. O’ndan başka ilah yoktur. ALLAH en büyüktür. ) demeyi, ALLAH bana ilham etti. Geceleri ise yine bin kere: Allahumme salli ala seyidina Muhammedin nebiyyil ümmiyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellem (ALLAH’ım okuma yazmasız Peygamberin olan Muhammed’e, O’nun soyunda gelenlere ve O’nun sahabelerine rahmet ve selam ihsan eyle) dememi ilham etti. Sen zikrederken neler söylüyorsan bana da bildir de istifade edeyim.”
Bu sözleri işiten Hz.Davud (a.s) kırmızı kurdu küçümsediğine pişman olur, ALLAH’tan korkarak O’na tevbe eder ve dergâhına sığınır.
HAZIRLAYAN: VEYSİ DEMİR HÜR24 HABER