2014 yılının Kurban Bayramı'nda Diyarbakır'da ve bölgenin diğer şehirlerinde yaşanan vahşet, PKK'nin katliamlarla dolu kanlı tarihine yeni bir kara sayfa daha ekledi.
Bir taraftan geçmişteki ceberut yönetimlerin insanlık dışı uygulamaları, diğer taraftan PKK'nin kuruluşundan bu yana başta kendisine biat etmeyen bölge insanına yönelik baskı ve saldırıları, 6-8 Ekim 2014'te yeni bir boyut kazandı.
HDP Genel Merkezi ve onun Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın çağrısıyla sokaklara inen PKK/HDP'liler, "her yeri Kobani'ye çevirmek" üzere, Müslüman Kürt halkına karşı büyük bir kıyıma girişmişti.
Ellerinde kurban eti, ihtiyaç sahiplerinin kapılarını aşındıran gençler linç edildi, sakallı insanlar, tesettürlü kadınlar hedef alındı, cami ve Kur'an kursları ateşe verilip yağmalandı. Yaşanan saldırıların en önemli merkezi ise Diyarbakır oldu.
Diyarbakır'da Yasin Börü, Hüseyin Dakak, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş, Turan Yavaş ve Cumali Güneş acımasızca katledildi. Bölgenin diğer illerinde de başta HÜDA PAR olmak üzere İslami kimlikli kişiler ve kurumlar hedef alındı.
6-8 Ekim süreci uzun sürdü ve bu zaman diliminde Bingöl'de Fethi Yalçın ile Cengiz Tiryaki de silahlı saldırı sonucu şehid oldu. Van'da Latif Şener, Kızıltepe'de Suriyeli Abdullah Muhammed Latif ve bacanağı Suudi Arabistan vatandaşı Fehad İbrahim Elduveric, sırf dindar oldukları için PKK'liler tarafından katledildi.
Yaşananlar dünden bugüne gündemden düşmedi. Yüzlerce makaleye konu olan bu katliamda Yasin Börü ve arkadaşları, PKK/HDP'liler tarafından örneği Arakan ve Myanmar'da görülen bir vahşetle katledilmişi.
Hedef dindar halkın örgütlü yapılarını tasfiye etmekti
6-8 Ekim mezalimi kesinlikle bir prova değildi. Başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin desteğiyle yapılan apaçık bir operasyondu. Ancak bu operasyon Türkiye'ye karşı bir girişim değildi. Bu girişimin tek hedefi vardı. O da başta Türkiye olmak üzere Doğu illerindeki dindarları ve dindar halkın örgütlü yapılarını tasfiye etmekti. PKK kurulduğu günden beri bu amacı hep taşımıştı. Nitekim 90'lı yıllarda da benzer katliam girişimleri ve saldırıları olmuştu. Susa ve Başbağlar katliamları sadece birer örnekti.
6-8 Ekim mezalimi aslında ansızın başlayan bir olay değildi. 2000'li yıllarda bölgede "fincancı katırlarını ürküten" asıl olay 12 Şubat 2006 Pazar günü Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda Danimarka'daki karikatür hakaretine karşı gerçekleşen Peygambere Saygı Mitingi oldu. Bugüne kadar Müslüman halkın örgütlü yapısının tamamen yok olduğunu düşünüp Kürt halkına yeni elbiseler biçmeye çalışan emperyalist güçler, Kürt halkının inancına ve Peygamberine bağlı olduğunu aynel yakîn gördü. Tabii ki mesele sadece bir mitingle sınırlı değildi. STK'lar bünyesinde yapılan İslami faaliyetler meydanın düşündükleri gibi boş olmadığını gösterdi. Bu durumun, 90'lı yıllarda uyguladıkları şeytani plan ve projelerinin suya düşmesine vesile olacağı kanaatini doğurunca ciddi olarak endişelenmeye başladılar.
ABD'li yetkililer, PKK'nin legal alandaki yetkilileriyle açık ve gizli görüşmeler yapıyordu
4 Ocak 2011 tarihinde CMK'nın 102. Maddesi kapsamında herkes gibi Hizbullah Cemaati mensupları da tahliye edilmişti. Bu tahliyelerden sonra Abdullah Öcalan İmralı'dan avukatları aracılığıyla örgütüne "…Bütün bunlar Diyarbakır'da oluyor… Öz savunma devreye girmeli, onlara Diyarbakır'da yer verilmemeli…" şeklinde talimatlar göndermişti. Bu talimatlardan sonra İslami STK'lara yönelik saldırılar yoğunluk kazanmıştı. Hatta bu talimattan beş ay sonra 5 Mayıs 2011 tarihinde Mustazaflar Cemiyeti Yüksekova Şube Başkanı Ubeydullah Durna PKK yandaşları tarafından dernek binasında şehid edildi.
En son ortaya çıkan Wikileaks belgelerinin detaylarına da bakıldığında, ABD elçilik ve konsoloslukları bu bağlamda araştırmalar yapmış ve raporlar hazırlamışlardır. O tarihten sonra çok fazla sayıda ABD'li yetkilinin ve konsolosunun PKK'nin legal alandaki yetkilileriyle açık veya gizli görüşmeleri oldu. Aynı şekilde bölgede bağlantılı oldukları başka kurum ve kişilerle de aynı bağlamda görüşüp bilgi aldıkları bilinen bir gerçektir. Bu görüşmeler son zamanlarda iftar çadırlarında iftar programlarına katılacak kadar alenileşmişti. 15 Temmuz 2014 Ramazan ayında ABD Adana Başkonsolosu John Espinoza'nın katılacağı iftar çadırı önünde Diyarbakır halkı sert bir tepki gösterdi. Espinoza, tepkilerden dolayı iftara katılamadı.
Tüm İslami yapıları ve şahsiyetleri hedef gösterdiler
DAİŞ'in Irak Kürdistan'ında Kürtlere yönelmesi ve Suriye Kürdistan'ında da Kobani'ye yönelmesinin ardından gelişen ve bilinçli olarak Kürtlerde tırmandırılan milli duygular, art niyetliler için aradıkları uygun bir ortam oluşturmuştu. Bu fırsatı da kaçırmak istemediler. Önce medya üzerinden DAİŞ algısı oluşturdular. Ardından başta HÜDA PAR ve Mustazaflar Cemiyeti olmak üzere bölgedeki tüm İslami yapıları ve şahsiyetleri hedef gösterdiler.
6-8 Ekim mezalimi için aylar öncesinden hazırlık yapılmıştı. Kobani olayı başladığı 2014'ün Eylül'ünde merkez üs olarak seçtikleri Diyarbakır'a çok sayıda silah, mühimmat ve militanın yanı sıra bölgedeki il ve ilçelerden de toplu taşıma araçlarıyla insan taşınmıştı. Hedef tehlikeli ve büyüktü. Ama Diyarbakır halkının inançlı direnişiyle bu ihanetin altında kaldılar.
6-8 Ekim mezaliminde devlet sahada görülmedi
O meşum günde devletin tavrı büyük tepki çekmişti. Zira devletin kolluk kuvveti "tüm güç ve kudretine!" rağmen gereken önlemi almamış veya almasına izin verilmemişti. O dönemki olaylarda 2 polis de katledilmişti aslında.
Dönemin Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy ise katliamların ardından, “Zırhsız bir araçla çevik kuvvet ekibini o olaylara gönderdiğinizde şehit verirsiniz. Belki de şehit verilmesi istenilmesi beklenildi. Şehit verildiğinde, şehit olan polisin yanındaki arkadaşı hedefi nasıl gözeterek karşılık vereceğini sizlerde taktir edersiniz. Ama bütün bu olaylarda güvenlik birimlerimiz çok sağduyulu davranmıştır. Çevik kuvvet polisimizi o olaylarda sokağa bıraktığımızda çok farklı sonuçlarla karşı karşıya kalabilirdik." ifadelerini kullanmış, asıl görevi halkı korumak olan polisi niçin dışarı çıkarmadıklarını böyle savunmuştu.
Olaylardan bir hafta sonrasına kadar da yapılan vahşete rağmen halen PKK'nin bu vahşetini makul ve masum görme çabaları vardı siyasilerde. Ancak halka yaşatılan vahşet, katliam ve talanın boyutları ortaya çıktıktan sonra mızrak çuvala sığmadı. Ondan sonra ağız ve söylem değiştirildi. Ancak fiili olarak bir adım atılmadı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınc'ın ifadesiyle "olaylara 150 bin kişi katıldı" ama ölen insan sayısı kadar bile kimse yargılanmadı. Olayın asıl azmettiricileri daha sonradan Dolmabahçe mutabakatıyla ödüllendirildiler ve newrozlarda halk kahramanı ilan edildiler.
Abdullah Öcalan kardeşi vasıtasıyla bu kalkışma için çağrıda bulunmuştu. PKK'nin siyasi uzantısı HDP MYK'sı yayınlandığı yazılı bildiri ile çağrıda bulunmuştu. Aynı partinin genel başkanı ve Diyarbakır il teşkilatı da bu yönde çağrıda bulunmuşlardı. İslami STK'ları IŞİD diye niteleyerek hedef göstermişlerdi. Olayın azmettiricileri ve failleri tüm delilleriyle bilinmesine ve aramızda dolaşmalarına rağmen ne güvenlik birimlerince ne de yargı birimleri tarafından herhangi ciddi bir girişimde bulunulmadı. O gün devlet, devlet olma vasfını kullanmak istemedi veya kullanamadı.
İslami Sivil Toplum Kuruluşları saldırıların ana hedefiydi
PKK/HDP'lilerin Diyarbakır'daki İslami Sivil Toplum Kuruluşlarından Köy-Der ile Cami-Der'e yönelik gerçekleştirdiği saldırılar da tanıkların dilinden kamuoyuna yansımıştı.
Hatırlanacağı üzere önce Selahattin Demirtaş'ın kendi kitlesine sokağa inmeleri yönündeki çağrısı ve ardından dönemin BDP Diyarbakır İl Başkanı Zübeyde Zümrüt'ün kentte faaliyet gösteren İslami Sivil Toplum Kuruluşlarını "IŞİD'çi" diye yaftalayarak hedef göstermesiyle saldırılar başlamıştı.
Zümrüt'ün hedef göstermesinin ardından PKK/HDP'liler, birçok İslami kurum gibi Köy-Der ve Cami-Der'i de hedef almış, saldırılarda Köy-Der üyesi Turan Yavaş şehit edilirken, derneğin onlarca üye ve gönüllüsü de yaralanmıştı. Merkez Sur ilçesindeki Cami-Der'e yönelik saldırıda ise derneğin tarihi binası, içerideki Kur'an-ı Kerimlerle beraber saldırganlar tarafından yakılmış, yaşanan hengâmede dernek üyeleri son anda ölümden kurtulmuştu.
Diyarbakır'daki saldırılarda 12 kişi hayatını kaybetti
Saldırıların ardından 1600'ü aşkın şüpheli hakkında soruşturma başlatılmış, gözaltına alınan 894 şüpheliden 386'sı tutuklanmış, 244'ü hakkında adli kontrol kararıyla serbest bırakılmıştı.
Saldırıların merkezi konumundaki Diyarbakır'da başta Yasin Börü ve arkadaşları olmak üzere 12 kişi katledilmiş, 65 kişi yaralanmıştı.
Saldırılarda ayrıca 144 özel bina ve iş yeri, 16 kamu binası, 6 av bayisi, 17 özel ve kamu bankası, 4 okul, bir müze, 88 özel araç, 40 kamu aracı, bir parti binası ve 36 kent güvenliği kamerası da zarar görmüştü.
Saldırılar sonucu Gaziantep'te 5, Siirt'te 5, Mardin'de de 6 kişi hayatını kaybetmişti.
Yargı süreci
Vahşi cinayetin ardından açılan davanın 24 Nisan 2017'deki karar duruşmasında 41 sanıktan Abdurrahim Pamuk, Ahmet Taylan, Ali Güler, Ali Karakurt, Burhan Dicle, Cevher Türk, Cihan Yıldız, Erkan Balaban, Hasan Uyanık, Mehmet Çağlar, Mehmet Şah Yüce, Remzi Özşan, Resul Savur, Rıdvan Baş, Uğur Doğanay ve Ümit Doğanay, "4 kişiyi canavarca his saikiyle öldürme" ve "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçlarından 5'er kez ağırlaştırılmış müebbet, sanıklar Mecnun Akkoyun ve Sedat Çoban ise aynı suçlardan 5'er kez müebbet hapse mahkum edildi.
Mahkeme, suça sürüklenen 6 çocuğu ise 110'ar yıl hapse mahkum etti. Sanıklara, "adam öldürmeye teşebbüs", "konut dokunulmazlığını ihlal", "terör örgütü propagandası yapmak" gibi suçlardan ayrıca ceza verildi.
Daha sonra yaşanan gelişmelerde Yasin Börü'nün katledildiği tarihte 18 yaşından küçük olması nedeniyle dava yeniden görülmeye başlandı.
Bozma ilamında bulunan Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nin, Yasin Börü'nün olay tarihinde 18 yaşından küçük olduğuna dikkat çekerek, "canavarca hisle öldürmek" suçundan mahkum edilen sanıkların bu suçu "çocuğa karşı" işlediğinin de değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmişti.
Yeniden görülen dava sonucunda, "Canavarca hisle veya eziyet çektirerek çocuğu öldürme" suçundan 15 sanık birer kez ağırlaştırılmış müebbet, olay tarihinde 18 yaşından küçük 3 kişi ise 23'er yıl hapis cezasına çarptırıldı, bir sanık da beraat etti.
Demirtaş ve Yüksekdağ tutuklandı
Olayların yaşandığı dönemde HDP Eş Genel başkanları olan Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da soruşturma kapsamında sonraki süreçte Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliğinin kararıyla tutuklanmalarına karar verilmişti.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 25 Eylül'de ise eski HDP milletvekillerinin de arlarında bulunduğu 82 zanlı hakkında gözaltı kararı çıkarttı. 7 ilde düzenlenen operasyonda 20 zanlı yakalandı.
Emniyetteki işlemlerin ardından sevk edildikleri adliyede mahkemeye çıkarılan şüphelilerden HDP'li Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen ile Nazmi Gür, Ayla Akat Ata, Emine Ayna, Emine Beyza Üstün, Bircan Yorulmaz, Bülent Barmaksız, Can Memiş, Dilek Yağlı, Günay Kubilay, Zeki Çelik, Ali Ürküt, Pervin Oduncu, Alp Altınörs, Berfin Özgü Köse, Cihan Erdal ve İsmail Şengün tutuklandı, 3 zanlı ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
72'i firar 108 sanık yargılandı
15 Mayıs 2024’te sona eren davada HDP'nin eski eş genel başkanlarından Selahattin Demirtaş çeşitli suçlardan 42 yıl; Figen Yüksekdağ ise 30 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Demirtaş ve Yüksekdağ'ın tutukluluğun devamında karar verildi.
Dava kapsamında, 47 ayrı suçtan yargılanan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçuna yardımdan 20 yıl, 2 kez "suç işlemeye tahrik" suçundan 7 yıl 6 ay hapis, 4 kez "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan 10 yıl, "halkı kanunlara uymamaya tahrik" suçundan 1 yıl 6 ay, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet" suçundan 1 yıl 6 ay "suçu ve suçluyu övme" suçundan da 1 yıl 6 ay olmak üzere toplam 42 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Heyet, sanığın yargılama sürecindeki tutum ve davranışları dikkate alınarak hakkında Türk Ceza Kanununun 62. maddesindeki indirim hükümlerinin uygulanmamasına karar verdi.
Eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise "devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçuna yardımdan 19 yıl, "suç işlemeye tahrik" suçundan 4 yıl 6 ay, "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan 1 yıl 6 ay, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet" suçundan 2 yıl, 2 kez "örgüt propagandası" suçundan 3 yıl, "seçim yasaklarına aykırı hareket etmek" suçundan da 3 ay olmak üzere toplam 30 yıl 3 ay hapis cezası aldı.
Aynı davadan yargılanan Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, Ayla Akat, Ayşe Yağcı ve Meryem Adıbelli'nin ise tahliyesine karar verildi.
Firari 72 sanığın dosyası ayrıldı
Sanık Pervin Oduncu "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak" suçuna yardımdan 18 yıl 4 ay, "suç işlemeye tahrik" suçundan da 4 yıl 6 ay hapse mahkûm edildi. Aynı suçlardan sırasıyla sanıklar Cihan Erdal 16 yıl ve 4 yıl 6 ay, Dilek Yağlı 16 yıl ve 4 yıl 6 ay, Günay Kubilay 16 yıl ve 4 yıl 6 ay, İsmail Şengül 16 yıl ve 4 yıl 6 ay ve Nazmi Gür 18 yıl ve 4 yıl 6 ay, Zeki Çelik 18 yıl ve 4 yıl 6 ay ve Zeynep Kahraman 18 yıl ve 4 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Sanıklar Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Nezir Çakan, Meryem Adıbelli, Mesut Bağcık ve Zeynep Ölbeci hakkında ise "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan hüküm kuruldu. Bu suçtan Kışanak ve Tuncel 12'şer yıl, Türk ve Ayna 10'ar yıl, Ata 9 yıl 9 ay, Aşan, Yağcı, Çakan, Adıbelli, Bağcık ve Ölbeci ise 9'ar yıl hapse mahkum edildi. Ölbeci'ye ayrıca "terör örgütü propagandası yapma" suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi.
Kararını oy birliğiyle alan mahkeme heyeti, firari 72 sanığın dosyasının ayrılmasına hükmetti. (İLKHA)