RAMAZAN MANİSİ:
Ne uyursun ne uyursun,
Bu uykudan ne bulursun,
Al aptesti kıl namazı
Cenneti alayı bulursun.
AYET:
"Allah'a imanında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimseler ancak, hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır" -El-Hucurat Suresi:15-
HADİS:
"Hiç biriniz kendiniz için arzuladığınızı, Mü'min kardeşi için de arzulamadıkça iman etmiş olmaz" -Buhârî, İman, 81; Müslim, İman, 71-
Mü'min Konusu
ALLAH'ın El-MU'MİN ismi ve İslamda Mü'min ile ilgili açıklamalar:
El-MU'MİN
Gönüllerde iman ışığı yakan, uyandıran;
Kendine sığınanlara aman verip onları koruyan, rahatlandıran...
Allah Teâlâ, kalblere îman ve hidâyet bağışlayarak oralardan şübhe ve tereddüdleri kaldırmıştır.
Kendine sığınanlara aman verip korumuş, emniyetle rahatlandırmıştır.
AYETLER:
-"Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah'ın ayetleri onlara okunduğu zaman imanlarını kat kat artırır ve sadece Rablerine güvenirler. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. İşte gerçek müminler onlardır. Onlar için Rableri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır" -El-Enfal Suresi:2-4-
MÜ'MİN
Allah'tan gelen her şeyi mutlak anlamda tasdik eden, doğrulayan kimseler için kullanılan Kur'ânî bir terim.
Arapça "doğruladı, tasdik etti" anlamındaki "â.me. ne" fiilinin ism-i failidir.
Kur'an-ı Kerim'de, tekil, çoğul ve müennes siğalarında olmak üzere, iki yüz yirmi dokuz kere geçmektedir.
Mü'min, ALLAH Teâlâ'nın tek oldu günü, ibadette hiç bir ortağı olamayacağını, O'nun dışında ibadete layık olan ve O'na denk olabilecek hiç bir ilâhın bulunmadığını, ibadetin yalnızca O'na hasredileceğini kalben ikrar ve zahiren açığa vuran kimsedir. İman kalpte; Allah sevgisi, O'na boyun eğme, korkma, ümid etme; varlığı karşısında ürperme, tevbe etme, tevekkül, sığınma, güvenme ve buna benzer şekillerde tecelli eder. Dışa yansıyan yönü ise; Allah'ın şeriatıyla hükmetmek, O'na ve Resulüne tam anlamıyla itaat etmek, bunun yanında namazı kılıp, oruç tutmak, zekât vermek ve güç yetirebilenler için haccetmek ve farz kılınan diğer şeyleri yerine getirmektir.
Buna, ALLAH Teâlâ'nın yasaklayıp haram kıldığı şeyler de girmektedir. Allah Teâlâ'nın haram kıldıklarından kaçınmak da müminin temel vasıflarındandır. Bu haramların başında, ALLAH Teâlâ'ya şirk koşmak, Rubibiyyetinde, ulûhiyetinde veya isim ve sıfatlarında O'na ortaklar izafe etmek gelir. Mü'min, şirkten, şirk ve küfür ehlinden şiddetle sakınır. İçki, zina, yalan, hile, emanete hıyanet, komşusuna eziyet vb. haramlara kesinlikle yanaşmaz.
ALLAH Teâlâ'nın emrettiklerinin hepsine uyan ve haram kıldıklarından sakınan kimse, azap görmeden Cennette girmeye hak kazanır ve mutlak anlamdaki mümin ismiyle isimlendirilir.
Bu emir ve yasaklara uyma hususunda eksiklik gösterenler, mutlak anlamdaki mümin ismiyle anılma hakkını kaybederler. ALLAH Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır. Resulullah (S.A.V.)'de bunu, şu şekilde dile getirmiştir: "Zina eden kişi zina ettiği zaman, mümin olarak zina etmez. İçki içen kişi de, içki içtiği zaman mümin olarak içmez. Hırsız da çaldığı vakit mümin olarak çalmaz. Başkasına âit bir malı insanların gözleri önünde zorla alan kişi de bunu alenen gasbettiği zaman Mü'min olarak bu suçu işlemez" -Buhârî, Mezâlim, 30; İbn Mâce, Fiten, 3- "Hiç biriniz kendiniz için arzuladığınızı, Mü'min kardeşi için de arzulamadıkça iman etmiş olmaz" -Buhârî, İman, 81; Müslim, İman, 71- Bunlar gibi diğer bir takım âyet ve hadislerde de, bazı emirleri terk eden veya bazı haramları işleyenlerin, mutlak anlamdaki iman sıfatından tecrid edildikleri görülmektedir.
Ancak, mü'min ismiyle isimlendirilmeyi hak etmeyen kimse, kâfir olarak isimlendirilebilir mi? Şerîatın bazı hükümlerine muhalefette bulunmak, bazı emirleri terk etmek ve ALLAH'a şirk koşmak, ölülerden fayda beklemek, yardım dileyip onlara sığınmak, ALLAH'ın indirdiklerinin dışında başka bir şeyle hükmederek, O'na ortak koşmak, ALLAH'ın, kullarından birine hulûl ettiğini söylemek, Vahdeti vücûd iddiasında bulunmak, müşrikleri dostlar edinmek, onları Mü'minlere karşı desteklemek ve "ALLAH zatıyla her yerdedir" demek gibi birtakım haramları işlemek, insanın küfrüne sebep olur.
Şirkin dışında, helâl olduğunu iddia etmeden, yani haramiyetine inandığı halde; içki, zina, hırsızlık, vb. bir takım ma'siyetleri işleyenler kâfir olmazlar. Bu tip kimseler, mutlak anlamdaki mü'min ismiyle anılma hakkını kaybederler. Onlar, imanlarıyla beraber İslâm dairesinin içinde bulunurlar.
İman sıfatı tek başına ele alındığı zaman konu, bu şekilde incelenebilir. Ancak, iman olayına İslâm'la birlikte yaklaşıldığı zaman iman; kalbin tasdik edip, amel etmesidir. İslâm ise, bu imanın dil ile ikrar edilip, erkânıyla amel edilmesidir.
Bu konu Cibrîl Hadisi'yle, eksiksiz olarak ortaya konulmaktadır. Cebrail (A.S.), Resulullah (S.A.V.)'e gelip onu, "Bana İslâm'dan haber ver" dediği zaman o; "İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve güç yetirebilirsen Beyt'i haccetmendir" buyurmuş ve imandan sorulduğunda ise; "Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Âhiret gününe ve kadere; hayrına ve şerrine inanmandır" -Müslim, İmân, 1- demişti.
Resulullah (S.A.V)'in, "Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmen " sözü, ubudiyyet ve ulûhiyyetin tek olan ALLAH Teâlâ'ya ait olduğunu kabul ve bu kabulün zorunlu kıldığı ibadetleri ifa etmeyi ifade etmekte idi. Bazılarının zannettiği gibi, mücerred ikrar isteniyor değildir. Bunun gibi, "ALLAH'a iman etmen" sözünün anlamı da, ALLAH'ın hak olduğunu -farz kılınan amel ve davranışları üzerine bina etmeden- tasdik edip, ikrar etmek değildir.
ALLAH ve Resulunun hak üzere olduğunu kalben bilmek, hiç bir şey ifade etmez. ALLAH Teâlâ, Yahudilerin Peygamber (s.a.s)'e karşı takındıkları tavrın yanlışlığını ortaya koyarken şöyle buyurmaktadır: "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar, yine de onlardan bir cemaat, bile bile gerçeği gizlerler" -El Bakara Suresi:146- "Vicdanları doğruluğuna kanaat getirdiği halde, sırf zulümleri ve büyüklenmeleri yüzünden, o mucizeleri inkâr ettiler" -En Neml Suresi:14-. Bu âyetler onların, ALLAH Resulunu bâtınen yalanlamadıklarını açıklamaktadır.
Kalpleri tasdik ettiği halde, yeryüzünde büyüklük taslamaları onları bu tasdiğe boyun eğmekten kendilerini alıkoymuştu. Bu da imanın; ibadeti tek olan ALLAH Teâlâ'ya hasretmek; şirki ve hiç bir gücü olmayan batıl ilahları reddetmek olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Mü'min, emirlere uyup kötülüklerden sakınır. İşlediği bu amelleri, âhirette bir cezalandırma ve mükâfaatlandırma olduğunun bilincinde olarak işlemesi gerekir. Dünyada ise, imanın zahire varan tarafıyla muamele görür. Çünkü hiç kimse, onun, iç dünyasında imanına halel getirecek olan şirk hali üzere olup olmadığını bilemez. Bu, namaz, oruç, zekât vb. imanın alâmetleri olan amellerde de böyledir: Bir câriye Peygamber (S.A.V.)'e getirildiğinde, ona; "ALLAH nerededir?"diye sormuş, cariye de; "göktedir" cevabını vermişti. "Ben kimim?" diye sorduğunda da cariye; "Sen ALLAH'ın Resûlüsün" cevabını verince, Resulullah, cariyenin sahibine; "Onu azad et. Çünkü o, bir Mü'minedir" demişti -Müslim, Mesâcid, 33-
Bu olay, dünyada insanın dışa vurduğu imanın durumuna göre muamele göreceğini açıkça ortaya koymaktadır. İnsanın içinde saklayıp, hiç bir dış yansıması olmayan inancı, onun ahirette saadete erişen kullardan olmasını temin etmez.
İmam Şafiî Hz. Ömer (R.A)'ın rivayet ettiği; "Ameller niyetlere göredir" -Buhari, İman, 41- hadisini delil getirerek, namazın niyetsiz sahih olmayacağını belirttikten sonra, Sahabe, Tabiin ve onlara yetişenlerin; "İmanın, söz, amel ve niyetten ibaret olduğu ve bu üç şeyden biri olmadığı zaman hiç birinin caiz olmadığı" şeklindeki görüş üzerinde icma ettiklerini eklemektedir.
Selef-i Salihîn, fasık bir kimse için, imandan İslam'a çıktı denileceği, ancak, onda imandan hiç bir şey kalmadı demenin caiz olmadığı görüşünde idiler. Fakat bu, amelin imanın bir parçası olduğunu kabul etmeyenler için farklılık arzetmektedir. Ehl-i Sünnetin fasıkların ahiretteki durumları hakkındaki görüşü, onların Cehennemden ancak şefâatle çıkabilecekleri yolundadır.
Padişah ve Genç
Olay Peygamberimizden çok önce geçer. Zamanın birinde insanların kendisine taptığı bir padişah ve onunda bir sihirbazı vardı. Sihirbaz bir gün:
- Padişahım, artık ihtiyarladım. Bana bir genç verseniz de ona sihir öğretsem.
Padişah ona bir genç buldurur ve yollar. Gençin eviyle sihirbazın evi arasında bir rahip yaşamaktadır. Genç zamanla ona da uğramaya başlar. Sohbetederler. Rahibin anlattığı hoşuna gider ve arkadaşlıkları devam eder ve genç onun dinine girer. O'nunla beraber olduğu müddetçe zamanın nasıl geçtiğini anlamaz ve dolayısıyla hep geç kalır. Sihirbaz da kızar, kızmakla kalmaz dövmeye de başlar.
Genç durumu sonunda rahibe de iletir.
Rahip:
- Sihirbazdan korktuğunda, "Evimizdekiler alıkoydu", ailenden çekindiğin zamanda "Sihirbaz bırakmadı" dersin. Bu hal üzerine epeyi zaman gidip gelir genç. Bir gün önünü yırtıcı bir hayvan keser ve kendi kendine:
- Sihirbaz mı daha üstün, yoksa rahip mi bugün öğreneceğim.
Bir taş alır ve:
- Ya ALLAH, ihtiyarın işi, sana sihirbazın işinden sevimli ise şu hayvanı öldürü ver, der. Taşı atar ve vahşi hayvan ölür. Durumu olduğu gibi rahibe anlatır.
Rahip:
- Bugün sen benden üstün haldesin. Eğer bir belaya uğrasan, benim ismimi söyleme…
Delikanlı bir çok hastalığa şifa verir hale gelir, körlerin gözlerini açar. Padişahın kör bir arkadaşı da bunu duyar ve bir çok hediyeyle beraber gencin yanına gelerek:
- Gözlerimi açarsan, bu hediyelerin hepsi senindir, der.
Delikanlı:
- Ben kimseye şifa veremem. Şifayı ancak ALLAH verir. Eğer Allah'a iman edersen, ALLAH'a dua ederim, O da sana şifa verir.
Hasta derhal iman eder. Gözleri açılır. O sevinçle hemen padişahın yanına gider. Padişah sorar:
- Gözlerinin görmesini kim sağladı?
- Rabbim.
- Senin benden başka bir Rabbin mi var?
- Benim Rabbim de senin Rabbin de ALLAH'tır.
Hükümdar kızar, işin aslını öğrenen, delikanlının ismini alana kadar işkence ettirir. Genç hemen huzura getirilir.
Padişah:
- Sihrin körleri bile iyileştirecek seviyeye ulaşmış, herkese şifa veriyormuşsun.
- Ben hiçbir derde şifa veremem, şifayı anacak ALLAH verir.
Padişah, delikanlıya da rahibin ismini verinceye kadar işkence eder. Rahip huzura getirilir. Padişah:
- Dininden dön.
Rahip de teklifi rededer. Derhal başı kesilir. Delikanlı getirilir, "Diniden dön" teklifini rededer. Padişah onu yakın adamlarına vererek:
- Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa aşağı atın, der.
Yola girerler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda dağın tepesine ulaşırlar.
Genç:
- ALLAH’ım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua eder.
Dağ sarsılır. Delikanlının dışında hapsi yuvarlanıp gider. Delikanlı döner Padişaha gelir. Hükümdar sorar:
- Seninle beraber gidenlere ne oldu?
- ALLAH beni onlara karşı korudu.
Padişah bu sefer onu bir başka gruba teslim etti ve:
- Bunu bir gemiye bindirin, denizin ortasına getirin ayağına taş bağlayın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa denize atın, der.
Genç:
- ALLAH’ım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua eder.
Gemi onlarla beraber alt üst olur. Delikanlının dışında hepsi boğulur. Döner.
Padişah:
- Seninle beraber gidenlere ne oldu?
- ALLAH beni onlara karşı korudu. Sana emrettiğimi yapmadıkça beni öldüremezsin.
- Nedir o?
- Halkı, geniş bir meydana toplayacaksın, beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına yerleştir, daha sonra bağırarak "Delikanlının Rabbi olan ALLAH'ın adı ile" de, sonra at. Sen, böyle yaptığın takdirde beni öldürebilirsin, dedi.
Halk meydana toplanır. Denildiği şekilde yapılır. Ok atılır. Delikanlı ruhunu teslim eder. Bütün bunlara şahit olan halk:
- Delikanlının Rabbine iman ettik, derler.
Padişahın adamları gelerek:
- Çekindiğin oldu, halk iman etti.
Padişah:
- Hemen hendekler açın. İçinde ateşler yakın. Kim dininden dönmezse ateşe atın.
Emir yerine getirilir. Sonunda kucağında çocuğu ile birlikte bir kadın gelir, ateşe düşmemek için bir an durur, sendeler.
Kucağındaki çocuk dile gelir:
- Ey anneciğim sabret. Çünkü hak din üzerinesin.
...ve çocuğun konuşmasıyla beraber....