RAMAZAN MANİSİ:
Kavuştuk Ramazan’a,
Hem de büyük ihsana,
Bu ayda oruç tutmak,
Huzur verir insana
AYET:
"Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir." -El Bakara Suresi:153-
HADİS:
"En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir" -Tirmizi-
ES-SABUR
ALLAH, bir işi, vakti gelmeden yapmak için acele etmez. Yapacağı işlere muayyen bir zaman koyar ve onları koyduğu kanunlara göre - zamanı gelince - icra eder. Önceden çizdiği zamandan, - bir tembelin yaptığı gibi-geciktirmez. Ve keza-bir acelecinin yaptığı gibi- zamanı gelmeden yapmağa kalkmaz. Bilakis her şey'i, hangi zamanda yapılmasını takdîr buyurmuş ise, o zaman yapar.
Sabır: Birçok kavram gibi kirlettiğimiz, kargaşaya kurban ettiğimiz, içeriğini darmadağın ettiğimiz, sonra da dönüp haksızlık ettiğimiz muhteşem bir kavram.
“Sabreden derviş, muradına ermiş” gibi harika bir deyim, nasıl oldu da “Sabreden derviş, sabrede ede gebermiş” gibi soysuz ve hayasız bir lafa dönüştü?
Nasıl olacak? Elbette sabır kavramının zihnimizde uğradığı tahrif sonucudur.
Sabır, herkesin her istediğini “Hemen, şimdi!” sloganıyla elde etmeye çalıştığı acele ve ecele giden kendini bilmezler çağında, “Asla vazgeçmem, zamanı gelinceye kadar beklerim” diyebilme kararlılığıdır.
Şeyh Bedreddin Varidat’ında diyordu ki “Evme (acele etme)! Unutma ki her yemişin bir mevsimi vardır: Sen de mevsimini bekle!”
Yakıcı yaz güneşinin altında sabırla zamanını beklemeyi bilmeseydi, çağla şekerpare, koruk kayısı, kelek kavun olur muydu?
Sabır, omuzladığın mukaddes yükü götürürken rüzgar tersinden esmeye başladığında geri dönmemek, yükü atmamak, yolu satmamak, yola yatmamaktır. Sırtını yüke verip göğsünü rüzgara siper etmektir.
Her rüzgarın bir ömrü, her Nemrud’un bir İbrahim’i, her Firavun’un bir Musa’sı, her kışın bir yazı, her gecenin bir sabahı, her derdin bir dermanı olduğunu unutmamaktır.
Sözün özü, sabır direniştir. Kur’an “ALLAH sabredenleri sever” derken işte bunu demiş olur: ALLAH direnenleri sever. Yine Kur’an “Ey iman edenler! Sabredin” derken bunu demiş olur. Yani: Ey iman edenler! Direnin!
Hepsinden öte Asr Suresi, işte bu nedenle “Sabır” suresidir:
“Asra yemin olsun ki insanlık hüsrandadır! Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna!”
Son ayetin açılımı şudur: Hakkı tavsiye etmenin bir bedeli vardır. Çünkü siz hakikate tabi olup onu tavsiye ettiğinizde, varlığını yalana adayanlar ister istemez bundan rahatsız olurlar. Hakikat güneşinin doğuşundan rahatsız olanlar, ülkeyi mağaraya çevirmenin yolunu ararlar.
Bu durumda hakikati savunmanın bir faturası vardır ve size bunu pahalıya ödetmeye çalışırlar. Ayetin son kısmı işte bunu söyler: Hakikati savunmanın bedelini ödemek gerektiğinde de sabrı tavsiye edin. Hakikat üzerinde direnin ve asla geri adım atmayın.
Öyle ya, hem hakkı savunacaksınız hem de başınız sıkışınca savunduğunuz hak siperini terk edip kaçacaksınız. Bu yakışır mı? Günah işlemenin bile bir bedeli olsun da sevap işlemenin bir bedeli olmasın mı? Kumarbazlar bile bir risk alırken hakikati savunanlar hiçbir risk almasınlar mı?
Hakikate olan sadakatiniz, onun uğruna nereye kadar ne bedeli göze aldığınızla orantılıdır. Ne diyordu Kur’an: “İnanıyorsanız, üstün gelecek olan sizsiniz!
HZ.HİFA VE HZ.SUHEYB
Hz.Hifa (R.A) Ashab-ı Kiramdan iffetli ve zengin bir hanımdı. Medine-i Münevvere’de güzelliği ve ahlakı ile meşhurdu. Hifa (R.A) bir gün Resullah (S.A.V) Efendimize gelerek:
-Ya Resulullah! Bana, beni Cennete bir iş öğret, dedi.
Bu arzu üzerine Resulullah (S.A.V) Efendimiz:
-Önce bir erkekle evlenmen lazımdır, bununla dininin yarısını emniyete alırsın, buyurdu.Bu emir üzerine Hifa (R.A):
-Ya Resulullah! diye başladı. Dengim kim olabilir? Bana Habeşistan hükümdarı Melik Necaşi evlenme teklifinde bulundu.Fakat ben onun teklifini kabul etmeyip geri çevirdim. Hatta yüz deve ile pek çok ziynet veren de oldu. Onu da kabul etmedim. Bu gün ise kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz. Ya Resulullah,kimi beğenip uygun görürseniz ben ona razıyım.
Resulullah (S.A.V) Efendimiz Hifa(R.A)’ya:
-Yarın sabah mescide en önce kim gelirse onunla evlen! buyurdu.
Ashab-ı Kiramın hepsi bu duruma razı oldular. ALLAH-u Teala bunu işitenlere öyle bir uyku verdi ki, biri hariç sahabe erken uyanmadı. Resulullah (S.A.V) ise ilk önce kimin geleceğini merakla bekliyordu. Birden bire Hz.Suheyb göründü.
Hz.Suheyb (R.A) kimsesi olmayan, fakir, rengi siyaha yakın, görünüşü güzel olmayan, zayıf ve çelimsiz bir sahabe idi. Hifa (R.A) ise, son derece asil ve zengin idi.
Resulullah (S.A.V) Efendimiz namazdan sonra Hifa (R.A)’yı çağırdı ve durumu bildirdi. Hifa(R.A) ise ALLAH-u Teala’nın kazasına razı olduğunu Resulullah (S.A.V) Efendimize arz etti. Bu durum üzerine Resulullah (S.A.V) Efendimiz, hutbe okudu, nikah akdi yaptı:
-Ey Suheyb! Kalk bu hanımın için bir şey al, diye buyurdu. O ise;
-Ya Resulullah! Dünyalık olarak bir dirhem gümüşüm bile yok, diye karşılık verdi.
Bu arada Hifa(R.A) emretti. On bir dirhem gümüşlük bir kese getirdiler. Suheyb (R.A)’a verdiler ve ona:
-Git gerekli olanı al, dediler.
Resulullah (S.A.V) Efendimiz de:
-Ey Suheyb! “Hanımının elini tut, onu evine götür” buyurdu.
Suheyb(R.A):
-Ya Resulullah! Benim evim Mescid’dir. Hangi eve götüreyim? diye sordu.
Bunun üzerine Hifa (R.A) şöyle cevap verdi:
-Konağımı sana bağışladım, beni oraya götürebilirsin.
Resulullah (S.A.V) bu duruma çok memnun oldu ve ikisine de dua etti. Ashab-ı Kiram da hareketi çok övdüler. Ve ALLAH-u Teala’ya hamd ettiler. Daha sonra konağa gidildi ve yemek yenildi. Yemek bittiğinde Hifa(R.A) şöyle dedi:
-Ey Suheyb! Ben sana nimetim, sen bana mihnetsin. Sen bu nimete şükür, ben bu mihrete sabır için gel bu geceyi ibadet ve taatle geçirelim. Sen şükür ediciler, ben de sabır ediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resulullah (S.A.V) Efendimiz:
“Cennette yüksek bir çardak vardır. Bunda yalnız şükredenler ve sabredenler bulunur.” Buyurdu.
O gece ikiside ibadet ile meşgul oldular. Cebrail (A.S) geceki durumdan Resulullah (S.A.V)’i haberdar etti.Cennet ve Cemal-i ilahi ile müjde verdi. Suheyb (R.A) sabah mescide geldiğinde Resulullah (S.A.V) Efendimiz buyurdular ki:
-Ey Suheyb! Geceki halini sen mi anlatırsın ben mi söyleyeyim?
-Siz söyleyin Ya Resulullah, diye cevap verdi.
Resulullah (S.A.V) durumlarını ve ne yaptıklarını onlara bildirdi ve sonra şu müjdeyi verdi:
-Siz cennetliksiniz ve orada ALLAH-u Tealayı göreceksiniz.
Suheyb (R.A) sevincinden ve cennetle ALLAH-u Teala'yı görmek müjdesini kavuşmak şevkinden başını secdeye koydu ve şöyle dua etti:
-Ya Rabbi! Eğer beni mağfiret etmişsen günahlara bulaşmadan ruhumu al.
ALLAH-u Teala, onun duasını kabul ederek ruhunu secdede iken aldı. Ashab-ı Kiram bu durumu görünce ağladılar. Resulullah (S.A.v) buyurdular ki:
-Daha çok şaşılacak bir şey var. Hifa da şu an ruhunu ALLAH’a teslim etti.
İkisinin de namazını kıldılar. Her ikisini yan yana defnettiler. Başları ucuna iki tahta koydular.
Bir tahtaya “ALLAH-u Teala’nın nimetine şükür edenin kabridir.”
Diğerine ise; “Bu ALLAH’ın mihnetine sabır edenin kabridir.” diye yazdılar.
HAZIRLAYAN: VEYSİ DEMİR HÜR24 HABER