Kelime Manası:
Adalet/العدالة kelimesi istikamet, doğruluk ve denklik anlamlarına gelip, zulmün zıddıdır. Bu kelime, kişi için kullanıldığında; “Heva ve arzularına göre davranmayan ve zulmetmeyen” anlamına gelir. Hükümde adalet hak ile hükmetmek, söz için kullanıldığında doğru sözlü olmak, şehadet hususunda ise doğru şahitlik yapmak anlamına gelir. İnsanlar için sıfat olarak kullanıldığında sözünden ve hükmünden razı olunan manasında kullanılır.(1)
Adl /عدل; hisse, pay, oran, ölçü ve miktar manalarına gelen "القسط" /qist; terim olarak adalete göre daha somut olup uygulama da hakkaniyeti ve çifte standarttın karşıtı anlamında belli bir ölçüyü esas almayı ifade eder. Adalet ölçeği olan mizan da /القسطqist diye isimlendirilmiştir. (2)
Nitekim Kuran-ı Kerim’de;
“Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.” (3)
““Doğru terazi ile tartın.” (4)
Bu ayetlerde ölçülerin en sahihi ve mazbut olanı için kullanılan “qıstas” terimi; “qist” kelimesi ile aynı kökten olup adaletin, objektif esaslara bağlanması gereğine işaret etmektedir.
Genel anlamda adalet; “Bir kimsenin davranışlarının ahlaki esaslara uygun olması manasına gelip adil olan insan iyi işleri kötülüklerine oranla daha fazla olan kimsedir.” (5)
Özel anlamda ise adalet kavramı; “Hakları ve ödevleri gerektiği gibi paylaştırmak her şeyi yerli yerine koymak, hak edenin hakkını vermek şeklinde tarif edilir.” (6)
Yargılama Alanında Adalet Kavramı; “Bir davanın görülmesi sırasında yargılamanın iyi işleyişini ifade eder. Adalet hukukta, birliği beraberliği gözetmek, zulmü bırakmak, her Hakkı hak sahibine vermek demektir. Bağy ve zulmün zıddıdır.” (7)
Ahlaki anlamda adalet; “Hikmet, iffet ve cesaret gibi üstün faziletlerin bir insanda toplanmasıyla oluşan bir erdemdir. İnsan nefsinin bilgi, öfke, şehvet gücünden hikmet, şecaat/cesaret ve iffet gibi üç erdem doğar. Adalet ise bu üç erdemin insanın ahlaki yapısında gerçekleşmesiyle kazanılan ve hepsini kuşatan dördüncü temel erdemdir. İşte bu erdemlere sahip olan kimseye adaletli; cehalet, korkaklık ve iffetsizlik gibi aşağılık niteliklere sahip olan kimseden de zulüm doğar ki o da zalim diye adlandırılır.” (8)
Adalet, genel olarak herkese hak ettiğini vermede sabit ve daimî serdedilecek bir iradedir. Adalet, adil olanı yapmaya gönüllü olma alışkanlığı, eylemde ve niyette adil olmaktır.
Farabi; “İnsan oğlunun yer yüzünde yaygınlaştırmaya çalıştığı erdemlerin en yücesidir ve erdemli bir birey ve toplum, Erdemli siyasi düzen adalet üzerine bina edilir.” (9) Şeklinde adaleti tanımlamıştır.
Celalddin-i Rumî adaleti söyle tanımlamaktadır;
Adl çib(u) ver? Vaz’ ender mevzi’ eş
Zulm çib(u) ved? Vaz’ der nâ-mevzi’ eş
Adl çib (u) ved? Âb deh eşcâra-ra
Zulm çib(u) ved? Ab dâden hâr-râ
Mevzi’-i roh şeh nehî vîrânî-ist
Mevzi’-i şeh pîl hem nâdânî-ist
***
Adl nedir? Bir şeyi yerine, konumuna koymaktır.
Zulm nedir? Yerli yerince koymamaktır.
Adl nedir? Mesela ağaçları sulamaktır.
Zulm nedir? Dikene su vermektir.
Ruh yerine satrançta şahı sürmek oyunu kaybetmek demektir.
Şah yerine fili sürmek, fili koymak bile bilgisizliktir.
Kur'an’da adalet kavramının kullanılma şekilleri:
Allah Teala, Kuran-ı Kerim’de; “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet (10) yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırt edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.”
Kuran-ı Kerîm’de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen “vasat ümmet” tabirindeki vasat kelimesi de bütün müfessirlerce “adâlet” manasında anlaşılmıştır. Buna göre İslâm ahlâkı içtimaî bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını ön görmüştür. Yani adâlet, sırat-ı müstakim üzere olmayı her türlü eğrilik, aşırılık ve sapıklıktan uzak olmayı gerektirir. Vasat ümmet, ifrat ve tefritlerden korunarak inancında, ahlakında, her türlü tutum ve davranışlarında doğruluk ve adalet çizgisinde kalmayı başaran dengeli, ölçülü, sağduyulu ve uyumlu bir toplum anlamına gelmektedir. Ne bedensel ve dünyevi ihtiyaçları tamamen reddeden ruhbanî yaşayış ne de tamamen dünyaya dalıp ahireti unutan seküler bir yaşayıştır. Yaşam tarzı olarak dünya ve ahiret arasındaki dengeyi de ifade eder.” (11)
Resulullah (S.A.V)’in vahiyle uyarıldığı birkaç husustan biri de adalet konusudur. Allah Teala, Resulullah (s.a.v)’e hitaben şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (12)
İslam’da adalet, evrenseldir ve dünyada dindaşlık adına hiçbir kimseye haksızlık yapılamayacağı deklare edilmiştir. İslam, bu ayet-i kerimeyle hukuk dünyasına önemli ilkeler kazandırmıştır. Düşmanlarımıza karşı bile davranışlarımızda âdil olmamız gerektiği emredilmiştir.
Kuran-ı Kerim’de adalet şu manalarda da kullanılmıştır:
Konuyla ilgili diğer ayette şöyle buyrulur: “Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder. Çirkin işleri fenalık ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp tutasınız diye Allah size öğüt verir.” (15) Burada herkes için emredilmiş olan adalet, ahlaki bir değeri ifade etmekle daha geniş bir anlam ifade eder. Ayette emredilen ihsan ise iyilik yapmak anlamına gelmekle birlikte bir insanın görevini en iyi şekilde yapması olarak da anlaşılabilir.
İbnü’l-Arâbî, bu ayeti tefsir ederken adaletin tarifini yaparak ona farklı bir anlam yükler. Tefsirinde ilişkiler düzleminde adaleti üçe ayırarak şöyle açıklar:
1. Kul ile Rabbi arasında adalet: Allah’ın hakkını nefsinin isteklerine karşı tercih etmesidir ve yine Allah’ın rızasını nefsinin heva ve arzularına karşı öncelemesidir. Bu da onun yasaklarından kaçınması ve emirlerini yerine getirmesiyle gerçekleşir.
2. Kişinin kendi nefsine karşı adalet: Nefsini helak edici şeylerden menetmesi, onu hevâ ve arzularına karşı koruması ve kanaatkâr olmasıdır.
3. Kişi ile halk arasındaki adalet: Halka karşı samimi olması, büyük olsun küçük olsun her türlü hıyanetten uzak durmasıdır. Her hal ve karda insaf sahibi olmasıdır. Bunun da asgari sınırı fiili ya da sözlü, insanlara eziyet vermeyi terk etmektir.” (16)
Adalet anlayışının özü dengedir. Adalet, işlerde “iktisad” yani itidal manasında olup bir işte ifrad ile tefrit arasında orta yollu olmaktır. Bununla beraber adalet eşitlik ve denge manalarını içermektedir. Çünkü adalet ortadan kalktığında ortaya ifrad ve tefrid diye bir şey değil de adaletin zıttı ve karıştı olan zulüm meydana gelir. Adaletin özünü iman ve kardeşlik hukuku oluşturur. Peygamber Efendimiz (S.A.V); “sizden biriniz kendisi için arzuladığı şeyi din kardeşi için de istemedikçe (tam) iman etmiş olmaz.” (21) diye buyurmuştur. Birbirini düşünen bir toplumun fertleri arasında bu şekilde bir tesanüd oluştuğunda aralarında oluşacağı sevgi ve kardeşlik bağıyla Farabi’nin “Medine-i Fadıla” idealine ulaşıp, birbirini seven fertlerden oluşan bir toplum meydana gelecektir. Bu toplumda/şehirde yaşayan bireyler; kendileri için istedikleri bir şeyi toplumun diğer bireyleri için de isteyecek, kendisi için istemediğini diğer bireyler için de istemeyecektir.
“Tabiat boşluk kabul etmez” diye bir söz vardır. Eğer bir toplumda/devlette hukuk mekanizması eksik işletiliyorsa ve hakimler vicdanlarında hakkaniyet terazisini herkese karşı eşit bir şekilde kuramamışlarsa, birey “sessiz kanun” olan paraya yönelir bununla da halkını elde edemez ise “konuşan kanun” olan yargıcı elde etmeye çalışılır. Bunun için yöneticileri, gerçek idareci yapan manevi özellik hikmet ve fazilet gibi ahlaki değerlerdir. Bu değerlerden yoksun olan idarecilerin tebaası adaletle tanışması hayal olur.
Toplumdaki bireyler hak ettikleri derecede iyi şeylerden yani güven, servet ve makamdan hak ettikleri ölçüde paylarına düşeni almalıdırlar. Bu paylaşmayı da ancak adil olan idareciler tarafından dağıtılabilir. Çünkü bir bireye hak ettiğinden daha az vermek kişinin kendi aleyhine, fazla vermek ise bütün toplum bireylerinin aleyhine olur. Liyakat sahibi olmadıkları halde torpille makam ve servet elde edenler varsa onlara bu olanağı sağlayan iktidarla bütün topluma zulmetmiş olurlar. Ya da bireylerden biri hakkı olarak bir makam/mevkiye gelmişse haksız yere o birey makam/mevkisinden alaşağı edilmemelidir. Bu durumda da hem bu makamdaki bireye hem de o bireyi o makama getirenlere karşı haksızlık edilmiş olur, adalet çizgisinden sapılmış olur.
Bir toplumda sahte ve geçici adalet anlayışının hâkim olduğu dönemlerde büyüyen bireyler gerçek adaletin pratik karşılığını göremediklerinden gerçek adaleti tam olarak bilemeyeceklerdir. Çünkü korku ve despotluk gerçek adaletin önünde bir set olacaktır. Nitekim modern devletlerde devlet ve vatandaş ilişkisini belirleyen temel unsur korkudur. Modern devlet idarecilerinde korku, sevgiden daha etkili olacağı düşüncesi hakimdir. Machiavelli’ye göre; “Her şeyden önce toplumun kalbine sevgi yerine korku düşürülmelidir. Hükümdar sevimli olmaktansa korkutucu olmalıdır. Çünkü insan korktuğuna sevdiğinden daha çok hizmet eder.” (22)
Bir toplumda adaletin uygulanabilmesi ve sürekliliği için adil bir hukuk ve adil bir yönetici gereklidir. Hakkaniyete uygun hazırlanmış hukuk, bütün insanlara eşit olarak muamele eden erdemli ve faziletli adil bir yönetici tarafından uygulanmadığı sürece tek başına adaleti sağlamaya da yeterli olamaz.
Yönetici toplum bireyleri için kötülük düşünmeyen, haklarına tecavüz etmeyen, aralarında ayrım gözetmeyen, idare ve yönetim söz konusu olduğunda tarafsız davranabilen, her bireye aynı gözle bakan, mazlumu koruyan, zalime haddini bildiren, erdemli, ahlaklı, fazilet sahibi adil bir yönetici olmalıdır ki adil vasfını alabilsin. Hz.Ömer (R.a) gibi, Nuşirevan gibi.
Başkalarının hakkına tecavüz, eden kendi tabaası arasında ayrım gözeten, zalime taraf güçsüzlerin düşmanı olan erdemsiz, faziletsiz, ahlaksız bir zalim ise nasıl adalet dağıtabilecek. Günümüz liderlerinin çoğu bu şekildedir maalesef. En zalim diktatör bile kendisini (demokrasi ve adaleti tartışılır o ayrı bir konu) demokrat olarak lanse edebilmektedir. Zalimlikte yarışanlar, demokratlık ve liberallikte de yarışmaktadırlar. Zalimlik sıfatı, kâfirlere has bir sıfat değildir. “Müslümanım” diyen biri de çok rahat bir şekilde “zalim” olabilmektedir/bu sıfatta olabilir. Haccac-ı Zalim diye meşhur olmuş kişi, Müslümandı, kâfir değildi. Ancak tarih boyunca hem İslam dünyasında hem de kâfirler arasında zulümleriyle meşhur olmuş pek çok diktatör çıkmıştır ve halen de bulunmaktadır.
Bir toplum varlığını sürdürmek istiyorsa iktisad, siyaset, kültür, dil, kimlik, yargı, anadilde eğitim ölçü ve dengeyi gözetmelidir. Yöneticiler; bu gibi insani hakları göz önünde bulundurarak her hak sahibine hakkını vermesi ve toplumsal adaleti idame etmesi gerekir.
İbni Sina “Eş-şifa” adlı eserinde; “Yöneticiler, toplumu ahlak kurallarına ve sosyal düzene (adet) uygun yaşamaya teşvik etmek maksadıyla kanunlar koyarken aşırılıklardan uzak demek olan adaleti daima gözetmelidirler bunun için kanunlar ne çok sert ne de çok yumuşak olmayacak şekilde bir denge/itidal taşımalıdır.” diyerek devlet idarecilerinin, toplum düzenine sağalmak için çıkardıkları yasaların çerçevesini çizmiştir.
“Adalet mülkün temelidir”:
Adalet bir devletin temelinde olduğu gibi çatısında da yani her zerresinde vücut bulmalıdır. Temelinde adalet olup da çatısında zulüm yaşanırsa o binada adaletin varlığından söz edilebilir mi?
Ali Bulaç; “Bu söz şu manaya geliyor ki esas olan mülktür yani devlettir. Mülkü korumak içinde adil olmak gerekir. Burada söz konusu olan kendinde yani liayni/kendinde adalet değil, liğayri/dolayısıyla adalettir. Bu, mülk/devlet dalayısıyla adaleti gerekli kılan bir hüküm cümlesidir. Adil olmak zorundayız. Çünkü mülk ancak bu sayede ayakta duracak. Bu demektir ki, esas korunması gereken mülk yani devlettir. Mülk adaletin dışında başka bir şeyle kaim olabiliyorsa o zaman o şeyi yücelteceğiz. Nitekim adalet ile mülkü ayakta tutmayanlar zulme başvurmak suretiyle mülklerini ayakta tutmaya çalışmışlardır. Burada adaletin kendisi araçtır araçsallaştırılmış bir değer hükmündedir. Oysa eğer devlete meşruiyet tanımlanacaksa tek meşru sebebi adalettir. Buna göre hüküm cümlemiz; “devlet için adalet” değil “adalet için devlet” şeklinde kurulmalıdır. Hangi zulüm fiili yapan tarafından adalet değil de zulüm kabul edilmiştir. Fatih sultan Mehmet “devlet için ekseri ulemadan kardeş katli fetvası”nı çıkartırken adalet peşinde olduğunu iddia etmiyor muydu?”
Kuran-i Kerim’de ve Resulullah (S.a.v)’in sahih hadislerinde zulme karşı çok sayıda ayet ve hadis vardır.
“Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.” (23)
“And olsun zulmü kendi nefsime haram kaldığım gibi size de haram kılıyorum.” (24)
Sonuç olarak;
Bir devletin bekası veya güvenliği adaletten önemli değildir. Fakat ne yazık ki “Zalim imama itaat edilir” şeklinde hadisler uydurulmuş ve bu uyduruk hükümle, saray dalkavukları tarafından asıl hüküm gölgede bırakılmıştır. Bir devlette hukuk ve adalet asla vaz geçilmemesi gereken ve bunların tesisi için her türlü mücadelenin verilmesi gereken temel alanlardır. Hem cezai adalet hem de sosyal adalet adil bir şekilde uygulanmalıdır. Bu şekilde olursa insanlar bir arada huzurlu bir şekilde çatışmadan yaşayabilirler. Hz. Ali (K.v), Mısır valisi Malik bin Eşter (R.a)’ya gönderdiği mektupta; “Bizim idaremizde yaşayanlar iki gruptur: Biri yaratılıştan dengimiz olan gayri müslimler diğerleri de dinde kardeşlerimiz olan Müslümanlardır. Her ikisinin de hukukları vardır” diyerek Resulullah (S.A.V)’in Veda Hutbesinde; “Ey insanlar! Arabın Arab olmayana, Arab olmayanın da Araba üstünlüğü yoktur. Babanız Adem’dir. Âdem de topraktandır” emrine uygun bir talimatta bulunarak yöneticilerin ne şekilde hareket etmesi gerektiği hususunda uyarıda bulunma gereğini hissetmiştir.
Ancak Allah Teala insanın varlık/ ontolojik yapısına adalet duygusunu bir ahlaki ilke olarak yerleştirmiştir. İnsan, aklı ve vicdanı sayesinde bu erdeme ulaşabilme kabiliyetine sahiptir.
Resulullah (S.A.V); “Hükmü altındakilere, ailesine karşı ve maiyeti altında bulunanlara adil davrananlar kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirl (25) şeklinde buyurarak ahlaki, hukuki ve sosyal adaleti teşvik etmiştir. Günümüzün hukuki, sosyal ve ahlaki bozulmalarına karşı bu hadisin gereği olan adil olma ve adaletle hükmetme erdemliği bir ilaç olabilir, toplumsal ahlak erozyonu önlenebilir.
“Adalet sadece insanın hak ve hukukuna tesir etmez. Aynı zamanda insanın onur ve şerefine, sosyal hayatına ve geleceğine de tesir eder. Bu yüzden onurlu insanlar geleceğini ipotek altına almaya çalışan tüm adaletsizliklere karşı daima mücadele etmişlerdir. Zira adalet için mücadele etmek, zulme karşı savaşmak kadar meşrudur.” (26)
Sevgi beğenilene, adalet ise hak edene verilir. Sevgi kalbin, adalet ise hak edene verilir. (27) Sevmek ayrıdır tarafsız olmak ayrıdır. Hukuk ve adalette idarecilerin ve hakimlerin beğendikleri/beğenmedikleri herkese karşı adil olmak zorundadır. Bu sorumlular için daha çok ehemmiyet teşkil eder. Sorumlular bireysel olarak davranamazlar. Duygusal davranamazlar.
Son günlerde gündemden düşmeyen “af” meselesine; infaz indirimi sürecine siyasi mahkûm ve tutukluların da dahil edilmesi ve adli suçlulardan ayırt edilmemeleri gerekir. Eğer devlet ricali, maiyetinde bulunan bireylere işledikleri hatalara/suçlara karşılık bir afetmeye gidiyorsa bunu en çok hak edenler siyasi mahkumlardır.
Şehid Rehberin de dediği gibi; “Zindan felsefesinin temelinde, egemene, onun tasallutuna, kanunlarına, düzenine... Başkaldırı yattığından; toplumların temel meselesi olan yönetim ile yakın ilişkisi vardır. Zulme, küfre başkaldırının karşılığı zindan olduğundan, zindandakiler, yönetimin birinci derecede düşmanları oluyorlar.” Devlet mekanizması affedecekse, öncelikle kendisine karşı işlenen suçları affetmelidir. Halka karşı işlenen suçları öncelikli olarak affetme hakkına sahip değildir. Nihayetinde siyasi mahkumlar da insandır. Bunların da tutuksuz yargılanmaları gerekir. Yapılacak yasa düzenlemesinde siyasi mahkumların da gözetilmesi gerekir. Aksi takdirde yapılacak olan düzenleme ahlaki de olmayacak hukuki de olmayacaktır. Eksik ve nakıs bir adalet, adalet olamaz. Devlet sıkıntılı dönemde bir kısım mahkûm/insan için tedbir alırken diğer bir kesim için bu tedbiri almazsa çıkacak hayati sıkıntılardan sorumlu olacaktır. Adalet, adil olmak ve hukuk bunu gerektirmektedir.
1- İbni Munzur, Lisan’ul Arab
2- El-Muncid
3- İsra Suresi:35
4- Şuara Suresi:182
5- Mecelle
6- Akıllıoğlu, T. (1994), “Adâlet Kavramı ve İnsan Hakları”, Adâlet kavramı, (Edit. Adnan Güriz), Ankara.
7- Çantay, H.B. (1984), Kuran-ı Hakîm ve Meali Kerim, (c.2,499) İstanbul.
8- İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l-Ahlâk
9- Farabi, Fusulu’l Medeni
10- Ayetteki “orta ümmet” ifadesi ile, âdil, seçkin, her yönüyle dengeli, haktan asla ayrılmayan, önder, bütün toplumlarca hakem kabul edilecek bir ümmet kastedilmektedir.
11- Karaman, H., Çağrıcı, M., Dönmez, İ. K., Gümüş, S. (2007). Kuran Yolu, (c.1, 229) Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
12- Maide Suresi:8
Nüzul sebebi, denildiğine göre şöyledir: Bu ayet-i kerime Yahudilerden Nadir oğulları hakkında nazil olmuştur. Resulullah (s.a.)'ı öldürmek için kendi aralarında komplo kurduklarında, Yüce Allah bu hususu ona vahiy yoluyla bildirmiş, O da onların bu tuzaklarından kurtulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.) onlara Medine civarından göçmelerini emretmek üzere haber gönderdi. Bunu kabul etmediler, kalelerine sığındılar. Hz. Peygamber ashabından bir topluluk ile üzerlerine yürüdü, altı gün süreyle onları muhasara etti. Bu zaman zarfında muhasara onlara oldukça ağır geldi. Resulullah (s.a.)'tan kendilerini sürmekle yetinmesini ve kanlarını dökmemesini istediler. Ayrıca develerin taşıyabileceği kadar yükün de kendilerine verilmesini istemişlerdi. Müminlerden bazı kimseler ise Resulullah (s.a.)'ın onları ibretli bir şekilde cezalandırarak azalarını kesmesini ve onlardan pek çok kişiyi öldürmesini arzu ediyordu. Bu ayet-i kerime onlara bu şekilde davranmakta aşırı gitmelerini yasaklamak üzere nazil oldu. Resulullah (s.a.) da Yahudilerin tekliflerini kabul etti.
13- Enam Suresi:152
14- Nisa Suresi:58
15- Nahl Suresi:90
16- İbnü’l-Arabî, (ts.). Ahkâmu’l-Kur’ân, c.(3, 1172) Beyrut: Daru İhyâi’t-Türasi’l-Arabi.
17- Hucurat Suresi:9
18- Talak Suresi:2
19- Enam Suresi:152
20- Enam Suresi:1
21- Buhari, iman, 17
22- Murat Sarıca, 100 soruda siyasi düşünce tarihi, İstanbul, gerçek yayınları 1983,53.
23- Şura Suresi:40
24- Müslim, Birr, 55
25- Müslüm, imare,18
26- Düşünce ve Pratikte İslami Hareket, Şehmus Uğur, Dua Yay.
27- Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu
Îbrahîm ÊLIHÎ Tüm Yazıları