Kendilerini muhafazakâr ve mütedeyyin diye isimlendiren yöneticiler ve onların yönetiminde ki toplumumuzun önemli bir kesimi, maalesef İslâm’a uygun olmayan davranışlar, eylemler ve yaşantılar içerisinde olduğunu görmekteyiz.
Gayrimüslimlerin, karşı mahalle insanlarının ve gençlerin kitaplarda anlatılan İslâm ahlak ve yaşantısını toplumumuzda görmemesinin hüznünün yaşandığı bir dönem yaşıyoruz.
Her köşe başında cemaat, tarikat, mütedeyyin insanların yönetici olduğu eğitim kurumları, dernek, vakıf, basın, yayın, radyo ve TV kanallarının sayısal olarak en fazla olduğu dönemde olmamıza rağmen toplumsal olarak tam tersi bir neticeyi yaşıyoruz.
Bir değişim ve dönüşüm yaşadığımız doğru. Fakat bu değişim ve dönüşümün hangi istikamete doğru olduğunu sorgulamamız gerekir. İnancımızın kuralları, iyi niyetlerimiz, saf ve temiz yaklaşımlarımız dünyevi olmaktan uzak olmasına rağmen, aksi bir tutum içerisine girip bu ilkelerimizin, dünyevi amaç ve idealler için kullanıldığını açıkça görmekteyiz. Asıl amaçlarımız dışına çıkıldığından dolayı ideallerimizden uzaklaştığımız gerçeğini inkâr edemeyiz.
Her geçen gün daha kötüye gittiğimiz her düşünen insan tarafından kabul edilmektedir. Siyasi iktidarın ilk kuruluş yıllarındaki ideallerinden ve söylemlerinden tamamen aksi istikamette bir yola sapması, bugün söylediğini yarın inkâr etmesi, söylemlerle eylemlerinin örtüşmediği görüldükçe vicdan sahiplerinin içini nasıl acıttığını anlamamak hiç de zor değildir.
Kitleleri hipnotize ederek, düşünmekten, analiz etmekten ve sorgulamaktan imtina eder oldular. Toplumumuz itaat kültürünün kuşatması altında kaldı. Böylece daha kolay güdülür oldu. İktidarın nimetlerinden yararlanılması da kitleleri suskunlaştırmaya itici bir etken oluyor.
Müslüman toplumumuzun önemli bir bölümü, sorunlarının çözümünü Kur’an’ı Kerim’e ters düşse bile, Kur’an’ı Kerim’in dışında, mensubu oldukları liderlerinin, önderlerinin düşüncelerinde ve yönlendirmelerinde arıyorlar.
Böylece, inancımız deforme edildi ve kadim kültürümüz de iyice yozlaştırıldı. Bu sağlıksız ve yanlış yöne doğru değişim ve dönüşüme direnenlerin de sayılarının gittikçe azaldığını görüyoruz.
Büyük çoğunluğu güya muhafazakâr ve mütedeyyin yöneticilerin kontrolünde olan günümüz basın yayın organlarında ve TV programlarında ahlaki durumumuzun vahametini açıkça görmek mümkün. Bu yayınlarla, ahlaksızlıklar ve rezillikler evlerimize açıkça pompalanmakta. Toplumları ifsat eden en büyük tehlike fuhuş, kumar ve alkoldür. Sözde muhafazakâr ve mütedeyyin yöneticiler, bütün bunların yasal zeminini hazırladı yürürlükte olanları da yasaklamadı. Aksine, normalleştirildi ve yaygınlaştırıldı. Bütün bunlar, toplumumuzun aile bağlarını kopartmakta, insani erdemlerini yok etmekte ve fıtratlarını bozmaktadır. Toplumumuz ahlakta büyük bir irtifa kaybetti ve halen kaybetmeye devam ediyor. İstatistikler toplumsal ahlak durumumuzu facia olarak açıklıyorlar. Toplumsal çürümenin ve yozlaşmanın tipik örneğini yaşıyoruz.
Bütün bunların yanında, İslam ve Türk kültürüne uymayan ranta dayalı çarpık kentleşme de cabası. Tarih ve doğa zengini olan şehirlerimiz betona gömüldü. Hesapsız ve plansız gökdelenleri dikerek değerlerimiz tahrif edildi. Ülkenin her geçen gün hızla büyüyen ekonomik sorunları da başlı başına ayrı bir konu.
Sorunlarımıza çözüm üretmesi gereken muhafazakâr yöneticilerin kendileri en büyük sorun oldular. Millete tepeden bakmaya başladılar. Yaptıkları hataları kabul edip düzeltmek yerine, kendilerini haklı göstermeye çalıştılar. Yöneticilerin yönlendirmeleriyle halkın önemli bir kesiminin düşünceleri dumura uğratıldı. Toplum, ben merkezli bir düşünceye doğru evrildi. Çıkarlarımız için kullara kulluk yapılmaya başlandı. Gördüklerimize değil, liderlerimizin söylediklerine inanmaya başladık. Gerçeklerin hep üzerini örterek, sonra gerçeğin ne olduğunu unuttuk. Hukuksuzluğu hukuk, istikrarsızlığı istikrar olarak algılamaya başladık. Gerçekleri doğru okuyamadık. Adaletsizlikler, yolsuzluklar, rüşvet ve kayırmalar, dini ve ahlaki söylem kılıflarının içerisine gizlenerek sunuldu.
İnsanlar daima lâyık oldukları yönetim tarzlarıyla ve idarecilerle yönetilirler ilkesi gerçekleşti. Bizler de sonunda neye layıksak ona göre yönetilmeye başladık.
Toplumumuzdaki ve yöneticilerimizdeki bu olumsuz değişimler ve tutarsızlıklar bilhassa gençlerin ve karşı mahallenin insanlarının İslâm’dan iyice uzaklaşmalarına ve tavır almalarına sebebiyet vermektedir. Ayrıca İslâm karşıtlarına, Müslümanlar aleyhinde, uzun yıllar üzerinde tepinecekleri ve kullanacakları bir koz verilmiş oldu.
Sürekli kan kaybeden inancımızın ve yozlaşan kültürümüzün değerlerini yeniden masaya yatırıp özeleştiri yapmamız gerekiyor. Gidişata baktığımızda olumsuz bir iklim olsa bile, ümitsizlik haramdır inancıyla direnmeye devam etmeliyiz.
İç ve dış etkenlerle yaşadığımız bu değişim ve dönüşümde, kültür emperyalizminin ve küreselleşmenin getirdiği dünyevi istikamet olan ben merkezli, haz ve hız dünyasından, tevhit merkezli bir yapılanmaya doğru gitmeliyiz.
Fatih Oruç Tüm Yazıları