Bugün yine düşüncelerden düşüncelere uçuyor, düşünmesi gereken beynim. Bir bu tarafa, bir diğer tarafa doğru yalpalarken, eşsiz şehitlerimize doğru kulaç atmaya başladı. Başlar başlamaz da hayatın gerçekleriyle yüz yüze kaldı. Buna karşı be de aldım kalemi, masmavi gökyüzünün üzerinde bulutlarla konuşmaya başladım...
Geriye doğru yelken açtım gökyüzünde. Masmavi olan gökyüzüyle raks ederken gönlüm, özgürlüğe doğru uçuşan bembeyaz güvercinleri andırıyordu. Özgür olduklarını zanneden zavallılar, küçücük topukla hayatı adımlarken, ihtiyar yiğitler hayatın gerçek içeriğini bizlere tefsir ediyordu...
Ben bir rehber düşledim düşlerimde; Huseyn’vari yiğitlikle ön saflarda çarpışan. Ben bir yiğit hayal ettim hayallerimde; Selahaddin’i ferasetle ümmeti uçurumdan kurtaran. Ben bir ümmet özledim özelde; âlimi amil, imamı kâmil, fertleri cahit, sözleri ahit, felçlileri Mücahit. Ben bir Şeyh Said gördüm gerçeklerde; düş değil, hayal değil, temenni ise hiç değil...
Tamamıyla gerçek olan bir destan. Ben bir imam diyeceğim, sizler Şeyh deyin. Ben bir vaiz diyeceğim, sizler söyledikleri ile amel eden bir hatip deyin. Ben bir mücahit diyeceğim, sizler mevziden mevziye mücahitleri kurtarmaya giden elleri öpülesi komutan deyin. İftiraya mahkûm olup zalime korku salan yüce bir zatın şehadet yıl dönümü bu gün...
Hepiniz hatırlarsınız asr-ı saadet, asr-ı saadet olmadan önce zalimlerin güç göstergesi olarak mazlum, perişan, bê kes mustazaflara eziyet çektirerek, (Bilal-Habbab yada Sümeyye-Yasir)’i katlederek ne kadar cesur(!) olduklarını kanıtlıyorlardı. Hani Abdullah ibni Mesud Kabe’de Rahman suresini okurken, o kendini bilmezler çullanmıştılar ya üzerine… Hani sahabeler tarif ederlerken ya onu, kıpkırmızı bir put halini almıştı diyorlardı ya hani, hatırladınız değil mi? İşte o kıpkırmızı bir puta benzeyen, ağzı-gözü yara bere içinde olan suratındaki kanda dahi ayak izi olan o mübarek sahabenin, yaralı, yerden kalkamadığı anda bile dudağından şu kelime dökülüyordu. Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah, müşrikleri hiç böyle aciz, hakir ve perişan görmemiştim. İzin ver Ya Resulallah bir daha gideyim ve bir daha o sureyi yüzlerine okuyayım. Çok anlamlı değil mi? Dayağı yiyen o, yerden kalkamayan o ama aciz olan onlar…
Ne güzel söylemişti Üstad Said-e Kurdi; Hakiki imanı elde eden kâinata meyden okur. İşte buydu Şeyh. Hakiki imanı kalbinde nakş etmiş olmalı ki, yaşlı haline bakmaksızın, o haliyle tank tüfeğe meydan okuyabiliyordu. İslam düşmanları onun bu halinden dahi o kadar korkuyorlardı ki yanına yaklaşamadılar. Ta ki, yerli işbirlikçilerine tutuklatıp, bakıma muhtaç olan bu yüce şahsiyeti kendilerine yaraşır şekilde şehit ettiler. Kabristanından bile korkup saklama ihtiyacı hissettikleri. Eminim Şeyh Sait de aynen ecdadı İbni Mesut gibi onların bu zavallı hallerine bakıp acımıştır. Tekrar kalkıp bu ihtiyarlar karşısında, çocuklar, hastalar, kadınlar karşısında aciz olan bu yaratıkların, yaşlı haliyle önlerine dikilerek necaset kokan meymenetsiz suratlarına, temiz tükürüğünü atarak kirletmez izzetli bir şekilde direnerek şehit olmayı yeğlerdi.
Yine Şeyh’ti ümmetin toparlanabilmesi için gecesini gündüzüne katan. Yine bizdik uyanmak yerine hep yatan. Ama Şeyh yılmadı, son demlerinde bile ümmetin uyanabilmesi, cesaretlenebilmesi, dile gelmesi için nasihat edip durdu.
“Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine de bunlara karşı çıkacağım. Ne ben Hazreti Hüseyin’den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bunlara karşı çıkmazsam zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi ‘Ey Said! Allah o kadar mal mülk verdi sana. Sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah’ın emirlerini ayaklar altına almışlar. Evet ben cihada başladım ve korkanlar, cihat edemeyecekler, hastalar gelmesinler. Bu yol korkakların yolu değildir!”
Şeyh’in bu çağrısı çok yerde karşılık bulmadı maalesef, cılız bir sesle seslerini yükseltmeye çalıştılar müminler. Kimisi kavli duayla karşılık vermeye çalıştı kimisi de fiiliyata dökmek için karar kıldı ve uygulamaya koyuldular.
İdam edilmeden önce varlık gerekçesini ortaya koyarak, “Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve dini içindir.” Şeklindeki tarihi ifadeleri haykırmış, kendinden sonra gelecek nesillere hem davasının mefhumunu anlatmış hem de zalimlerin yüzene hakkı haykırmıştı. 46 yiğit arkadaşıyla şehit olmuştu.
Bu yiğitlerin; mücadeleleriyle, kanları, canlarıyla ümmetin uyanması duası ile…
Abdurrezzak ÇELİK Tüm Yazıları