Ülkemizin ekonomisinde uzun zamandır yaşanan kriz artarak devam etmektedir. Döviz karşısında Türk Lirasının aşırı değer kaybetmesi ve buna bağlı olarak yüksek enflasyonlu kasvetli hava ülkenin üzerine bir kâbus gibi çöktü. Halkın tüm kesimi bu kasvetli havayı çaresizlik içerisinde homurdanarak solumakta.
“Faiz sebep, enflasyon neticedir” teorisini sürekli tekrarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yandan da “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” söylemiyle suçu başkalarına atarak algı oluşturmaya çalışıyor.
Uzun süre, yüksek faiz, düşük kur, yüksek enflasyon ve işsizlik sarmalındaki Türkiye, içerisinden çıkılması zor olan bu döngüden kurtulmak için “Yeni Ekonomik Politika”nın devreye sokulduğunu açıklandı.
Cumhurbaşkanı, yüksek faiz, düşük kur ve fiyat artışlarındaki hareketliliğin dış güçlerin bir oyunu olduğunu ve bunlara karşı da “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” vereceklerini söylüyor.
Yeni ekonomik politikada da Çin’i örnek aldığını vurgulayarak, yüksek kur, düşük faiz, düşük işçilik ile üretim ve ihracata ağırlık verilerek sorunların aşılacağını planladıklarını söylüyorlar. Yani Cumhurbaşkanı ekonominin kurallarını yeniden yazmaya çalışıyor.
Bu program için de 19 yıl çalıştıklarını açıkladılar. Diyelim ki bu doğru, hükümetin içerisinde şimdiye kadar hiçbir kimse bundan bahsetmedi. Herhalde çok gizli bir çalışma yapılmış ki hiçbir sızıntı olmamış. Bravo.
Fakat bu program dünyanın ve ekonominin gerçekleriyle örtüşmeyen, uygulanabilirliği olmayan, çelişkilerle dolu bir politika.
Sırayla başlayalım…
Yeni ekonomik program için 19 yıl hazırlık yaptıklarını söylediler ama 5 Eylülde açıkladıkları 2022-2024 dönemini kapsayan “Yeni Orta Vadeli Program” da bunlardan hiçbir eser yok.
Faizleri düşüreceklerini açıkladılar. Merkez Bankası faizleri 4 puan indirdi. Doğru. Sonradan, Merkez Bankası Başkanı artık faiz indirimi yapılmama olasılığı arttı dese de, Cumhurbaşkanı faizlerin daha da düşüleceğini açıkladı. Çelişkili ifadeler.
7 Aralıkta Merkez Bankası, bankalara % 15 faiz ile borç para verdi. Hazine de aynı gün %22,7 faizle 3 milyar 300 milyonluk ihale ile para topladı, bankalara borçlandı. İyi bir ticaret değil mi?
Merkez Bankası faizleri düşürdükten sonra ticari, ihtiyaç ve taşıt kredi faizleri aksine yükseldi. Türk lirasında aşırı bir değer kaybı oldu. Merkez Bankası faizleri düşürdü diye genele yayılan bir faiz indirimi olmadı.
Liberal ekonomilerde yerel paradan elde edeceğiniz faiz geliri, enflasyonun altında kalırsa insanlar daha yüksek getirisi olacak olan döviz, altın, hisse senedi, gayrimenkul ve hisse senedi gibi enstrümanlara yatırım yaparlar. İçerisinde yaşadığımız fotoğraf bu. Artık, mevduatların % 64’ü döviz cinsinden. Bu da enflasyonu ciddi bir şekilde etkilemektedir.
Ekonomideki makas değişikliği ile faize savaş açıp dış güçlerin oyununun bozulacağı açıklandı.
Dış güçlerden biri olan Londra tefecilerine 2021 yılında 180 milyar TL faiz ödendi. 2022 yılı bütçesine de tefecilere yine 240 milyar TL faiz ödemesi konuldu. Bu rakamın sene içerisinde çok daha yukarılara gideceğini tahmin etmek zor değil. Dünya piyasalarında CDS’leri düşük olanlar % 1-2 ile borç para bulurken Türkiye % 6-7 ile borçlanıyor. Çünkü kredi risk primi 500’ün üzerinde. Aşırı riskli ülke demek. Ülke genelinde toplanan vergilerin şimdilik % 20’si faize gidiyor. 450 milyar dolar dış borcumuz var.
Faize savaş açan hükümet, bizleri gırtlağımıza kadar borca ve faize boğdu.
Dış güçlerden yine bir başkası olan BAE, 15 Temmuz kalkışmasının finansörü ve düşman ilan edildi. Gayrimenkullerin ve tesislerimizin döviz bazında değerleri kelepir olunca, yağma Hasan’ın böreğinden pay kapmaları için hükmet resmi protokollerle karşılayıp anlaşmalar imzalıyor.
Ayrıca, ihracatımızın % 40’ını dış güçlerden başka biri olan AB ülkelerine yapıyoruz. İlginç değil mi?
Hükümet, 5 Eylülde açıkladığı orta vadeli programda dolar kurunu, 2022 yılı için 9.30, 2023 yılı için 9.80, 2024 yılı için 10,30 TL öngörmüştü. Ama dolar kuru şimdiden 14 TL’ye dayandı. Şimdiye kadar birçok ekonomik programlar açıklandı ama hepsinde de öngörüler ile gerçekleşmeler arasında aşırı uçurumlar oluştu.
Makas değişikliği ile güya üretime, ihracata ve istihdama ağırlık verilerek sorunlar çözülecek. Bugün ihracatımız değerini yitiren TL nedeniyle oldukça yükseldi. Kasım ayında geçen yılın aynı ayına göre % 29,44 artarak 20 milyar 771 milyon dolar oldu. 2021 yılında toplan 211 milyar dolar olması beklenmekte.
Fakat kapasite kullanım oranı % 80lere dayandı. Fabrikalar hiçbir zaman % 100 kapasiteyle çalışmaz. İhracatımızı daha da arttırmak için yeni üretim alanları açılması lazım. Yeni kurulacak tesislerin üretime geçmeleri birkaç aya değil de 3-5 yıllık olaylardır. Bizim yaptığımız ihracatımızın geneli ithalata dayalı az kârlı fasonculuktur. İhracatımızı kendi kaynaklarımızla, teknolojik katma değeri yüksek ürünlerle yapmadığımız müddetçe dengeyi tutturamayız ve döviz sorunumuzu çözemeyiz.
TUİK başlı başına ayrı bir sorun. Açıkladığı verilerin gerçeklerle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Herkesi kör, âlemi sersem sanıyor. Anlatmaya bile değmez. Herkes gerçekleri bütün çıplaklığı ile yaşıyor.
Tüfe ile Üfe arasındaki aşırı fark zamanla tüketici fiyatlarına yansıyacak. Bu da ihracatımızın cazibesini zamanla azaltacak. İçeride de aşırı enflasyona sebep olacak.
Döviz kurundaki ani iniş çıkışlar önemli bir sorun. Hükümet önceleri kuru durduramayınca rekabetçi kura geçtiklerini açıkladı. Bir yılda yaşanacak oynaklıklar bir haftada bazen bir günde yaşanabiliniyor.
Faizler düşürüldükten sonra TL değer kaybının önü alınamayınca Merkez Bankası, on gün içerisinde 3 defa dövize müdahale etmek zorunda kaldı. Rezerv satarak kur dengelemek sağlıksız ve verimsiz bir yöntemdir. Swaplar da israf ediliyor. Ekonomide kurtuluş savaşı değil de sanki kur savaşları veriliyor.
TL’nin sürekli değer kaybetmesi, güveni kaybettirir. Kredi risk primi 500’lerin üzerine çıktı. Bu puanlı bir ülkeye hiçbir yatırımcı üretim için gelmez. Hele bir de hukukunuzda önemli sorunlar varsa! Gelse gelse değer kaybına uğramış tesisleri yağmalamak için gelirler.
Saydığımız bütün bu olumsuzlukların düzeltilmesinden önce güven sağlanması gerekir.
Güven nasıl sağlanır? O da başlı başına farklı bir konu?
Neyse ki başımızda ekonomist var!!!
Fatih Oruç Tüm Yazıları