“Sadece bir kelimeye, milyonlarca gülücük sığdırılır mı?” dedi gönül…”Sığdırılır elbet; bir söyleyene bakmalı, bir de söyletene” dedim. Dedim de güldüm yine, aldığım o naif nefesle, huzuru soludum ciğerlerime. Bazı kelimeler ömrümüzün enleri olur ve ait olduğu renge boyar, baştan aşağı bizi. En mutlu olduğumuz anın, en mutluluk dolu kelimesi bazen; ömürlük hislerle sarılır kalbimize gelişiyle. Bazen de karalar bağlar yürek, yine bir kelime gelir ve gözlerimizin mutluluğa dair perdelerini kapatır, karanlıklara sürüklediği yetmezmiş gibi, bir de yapayalnız hissettirir bizi. Etrafımızdaki seslerin, yanı başımızdaki kişilerin tesiri olmaksızın; baş başa kalırız yalnızlığımızla, yeni bir kelimeye bel bağlayarak…
Adı “umut”…Rabbimizin bize ikram ettiği, yüreğimize düşen bir lütuf. Bir lütuf ki Rabbimizin rahmetini gönlümüzde bereketlendiren,”Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” (Yusuf:87) ayetiyle de, hastalıklı kalplere adeta reçete diye yazılmış bir ilaç. En ağlak anımızda omzumuza dokunan bir çift el, hiç tanımadığımız birisinin ;”neyin var” sorusu bazen, bazen bir çift göz; suskunluğuna bürünerek konuşan, ya da bir ses, bir uğultu kulaklarımızda; taa uzaklardan gelip de can evimizde kimliğini bulan… Dedim ya umut adı; alfabenin bütün harfleri serilir gözler önüne, sen yeter ki vazgeçme umudundan.”Ben bu sahneyi daha önce yaşamış mıydım” dedirten bir nakaratı hayatın; ellerinden sıkıca tuttuğumuz umutlar. Kaybetmek istemezcesine sarıldığımız bir sevgili, dilimizden düşmeyen bir dua… Gönlümüzün en kıymetlisi, adeta yenilmişliklerimize güç enjekte eden, sihirli bir iksir.
Ummadığımız bir vakte göz kırpan umutlarımız öğretir bize; gülmeyi ve mayalar yüreğimizde sayısızca ümitleri. Merhemler sürer yaralarımıza, hayallerimizin kahramanı olur, beklemeyi en sevdiğimiz, şairin de yazdığı gibi; “umut fakirin ekmeği, ye Memet”…
Umudunu kaybetmeyen kışların; buz tutmuş soğuklarına doğar mıydı hiç güneş, ısıtır mıydı gökyüzünü ve çağırır mıydı göçmen kuşlarını geri. Çiçekler türlü türlü renkleriyle el sallar mıydı bize ağaçların arasından, el ele tutuşup da, “kutu kutu pense” oynayan çocuklar gibi, oyunun sonuna dek aynı tekerlemeyi söylemekten ve el ele tutuşmaktan vazgeçmeyen çocukların oyunu gibi; sona kalan ve kazananı beklemek gibi umut. Asla pes etmek yok, yenilmek yok, yorulmak da yok. Dualarla şarj olan umutlarımız olmasa, hayat akvaryumun içinde yaşayan bir balık muamelesi yapardı bize. Sudan çıktığımız an akıbetimizin ne olacağını bilmek kadar net. Oysa umut etmenin her zaman bir çıkış kapısı vardır, inancımızla bağladığımız o güç, her ne olursa olsun ayakta tutmayı başarır bizi.
Nice hastalıklara en tesirli ilaç, etrafa moral saçan bir enerji, sonu hüsranla da bitse, yaralarımıza bu kez de şükürler süren öylesine kuvvetli bir vitamin; umut. Sahip olmasını bilmeyenlerdi en çok yenilenler. Daha küçükken boyumuzun uzunluğunu odamızın duvarına işaretlemek ve belirli zamanlarda tekrarlamak en değerli umudumuzdu; büyümeye dair…
Umutlarını imanıyla besleyen, başına her ne gelirse gelsin Rabbinden umudunu hiç kesmeyen, güçlü kullar kategorisinde adı yazılanlardan olabilmek duasıyla…
Mevlana’nın da zikrettiği gibi; “Sen ALLAH’A güven, hiç beklemediğin anda; çiçek açar umutlar.”
Elif Ekşi Zorer Tüm Yazıları