Büyük bir mülteci dramı yaşanıyor. Ümmetin bütün beldeleri ateş altında ve her gün birileri, bilinçli bir şekilde buralardan ümmetin çocuklarını mülteci olmaya zorluyor. Kaos, katliam ve saldırılar o kadar sistemli yürütülmektedir ki, bu coğrafyanın mazlumları mültecilikten başka seçenek görememektedirler. Kurtuluşun tek çaresi kendi anavatanlarını terk etmekte buluyorlar.
Vatanlarını terk eden bu mazlumlar da, kendilerini katliama tabi tutan batılı zalimlerin ülkelerine gitmektedirler. Yola büyük hayallerle başlamaktadırlar. ‘Her şeyden önce ölümden kurtulacaklardı’. ‘Yeni bir hayata başlayacaklardı’. Ancak kendisinden kaçtıkları ölüm onları yolda yakaladı. Geçiş güzergâhı olarak kullandıkları Akdeniz, mülteci mezarlığına dönüştü. Her gün onlarca, hatta bazen yüzlerce ölümün gerçekleştiği haberlerle karşılaştık. Akdeniz’in soğuk sularında boğulanların, ‘yeni bir hayata başlama hayalleri ve ölümden kaçma ümitleri’ de bu soğuk ve acımasız deniz dalgaları içinde boğulup gitti.
Yolda hastalananlar, yasadışı yollar kullandıkları gerekçesiyle yakalanıp hapishanelere mahkûm olanlar ve ellerindeki birkaç kuruşlarını da mülteci mafyalarına kaptıranlar, daha yolun başında iken yıkılan hayallerinin ve acımasız uygulamaların muhatabı oldular. Bir kere yola çıkmışlardı. Dönüşü olmayan bir yoldu. Ama yolda karşılaştıkları her uygulama, aslında kendi yurtlarında onları katliama tabi tutanların uygulamalarından bir farkı yoktu. Kendi evlerinde ölüyorlardı, yola çıktıklarında da ölüyorlardı.
Avrupa’ya ulaşabilenler ise daha büyük problemlerle karşılaştılar. İlgili ülkeler tarafından kabul edilip edilmeme süreci/sürüncemesi devam ederken, hakkında büyük hayaller besledikleri ülkelerdeki acımasız uygulamaları görünce, müthiş bir hayal kırıklığına uğradılar. Bizim mazlumlar, Avrupa’ya gidecek olan herkesin aynı muameleye tabi tutulacaklarını vehm etmişlerdi. Ancak Avrupa’nın kendi insanından başka kimseye değer vermediğini tahmin etmemişlerdi. Zaten tahmin edebilselerdi, kendi memleketlerini ateşe verenlerin bu Avrupalılar olduğunu bileceklerdi.
İşte Avrupa’ya ulaşan mültecileri daha büyük bir tehlike beklemekteydi. Daha önce mültecilere din değiştirmeleri noktasında baskıların yapıldığını duyuyorduk. Ancak bunun sistematik bir şekilde olmadığını tahmin ediyorduk. Fakat son duruma baktığımızda, oralara giden Müslüman mülteciler din değiştirmeleri noktasında baskılara, tehditlere ve şantajlara maruz kaldıklarını görmekteyiz. Bütün baskı ve tehditlere karşılık sebat edenler olduğu gibi, boyun eğip de din değiştirenler/Hıristiyan olanların haberleri de duyulmaktadır.
Hidayet üzere iken, tevhide inanıyorken şimdi batıla, karanlığa talip olmak. Hakkı bırakıp batılı tercih etmek. Belki de mülteciliğin en büyük dramı bu olsa gerek. Yurtlarını kaybettiler. Ailelerini kaybettiler. Canlarını kaybettiler. Oraya ulaşabilenler, bütün zorluklara rağmen, ‘tamda kurtulduk’ diyecekleri bir anda esas büyük bela ve musibetle karşı karşıya gelmektedirler: Din değiştirmek, din değiştirmek zorunda kalmak.
Global küfrün ve onların yerli işbirlikçilerinin insanın hayatını daraltmalarının ve bilinçli bir şekilde çıkış yolu bırakmamalarının bir neticesi olarak, çaresizlik ve maalesef bir bedbahtlık sonucu olarak din değiştirmek zorunda kalan mülteciler. Belki de insanları mülteciliğe zorlamaların bir sebebi de Müslümanların içerisinde yeni Hıristiyanlar devşirmek.
Son gelen haberler ise dehşet cinsindendir. ‘Almanya’da 80 Müslüman düzenlene törenle Hıristiyanlık dinine geçtiler’. Umutların kahırlanmaya dönüştüğü, hayallerin azaplara evirildiği bir zemindeyiz. Oluşturulan kaos cenderesinde müminlerin ‘Hakkı’ terk etmek zorunda bırakıldığı akıl almaz bir tercih. Tevhid inancını bırakıp, tahrif olmuş bir Hıristiyanlığı kabullenme çaresizliği. Daha iyi bir dünya hayatı için ebedi olan uhrevi hayatı tarumar edip, ebedi ateşe talip olma bedbahtlığı. Anlamak, anlamlandırmak gerçekten çok zordur.
Sözün bittiği yerdeyiz. Mültecilerin karşı karşıya kaldığı bu din değiştirme mecburiyeti, kendi yurtlarını terk ederken maruz kaldıkları tehditten daha büyüktür. Bu büyük tehdidin görülmesi gerekmektedir. Bu büyük tehdide karşı, müminlerin mümince davranması lazımdır. Hem dünya hayatımızı tarumar edenlerin, hem de ahiret hayatımızı yok edenlerin aynı karanlık mihraklar olduğunu artık anlamamız gerekir. Onların o çirkin yüzlerini ve kara kalplerini net olarak görmeliyiz. Zaten dünyamızı ateşe verdiler, bari mümince ölmeyi bilelim de ahiret hayatımız gitmesin.
Kenan Çaplık Tüm Yazıları