Hastanedeki duvarların dili olsa idi,
Neler anlatırdı neler.
Kalemler bile yazmazdı,
Okuyanlar dayanamaz hıçkırıkların esiri olurdu.
En ağır hastalık diye bir şey var mıdır?
Her hastalık kendine göre ağırdır.
Yatan hastanın acısını, refakatçisi nerden bilecekti ki.
Sadece acısını gözlerinin bakışlarıyla
Yazdırdığı can havlinin ağrısını okuyabilmiş olsaydı...
O zaman yaşanan ağrılar ortak olurdu.
Ağrılar bölüşülmüyordu da..
Hüzünler paylaşılınca sanki bir nefes alınabiliniyordu.
Bir hafta olmuştu.
Rizenin Araştırma hastanesinin koridorlarını arşınlayalı.
Bir tepeye konmuş, Kuş yuvasıydı sanki…
Kuş yuva yapar ya, sonra tek tek uçar giderler ya,
İşte o misal di,
Ya yaşam mücadelesine akıp gider
Hastalığın pencesinden kurtulanlar,
Ya da gözlerini açtığı alemi bırakıp uçup giderler, baki alemin rahmanına.
Ondan adını" Kuş Yuvası"koymuştum.
Bölümlere ayrılmış binaların üstlerinde
İsimleri yazmaktaydı.
Minibüsten inip sola doğru yürüyüp giderken, bakıp okumaktan yorulduğum
Binanın kapı girişinde"onkoloji bölümü"yazıyordu.
Okurken bile canı acıyor insanın.
Merdivenlere kadar yayılan hastane kokusunu içine çekerekten birinci kattaki onkoloji acil hasta servisine doğru ilerlerken, derin bir nefes almamak mümkün değildir.
Geniş sayılmayacak koridorun sondan ikinci odasında yatan hastamı bir an unutup, diğer odalardan gelen sesleri işitince, "Allah’ım şifalarını ver" demeden edemiyor insan.
Maddi derdi olan insanlara, acizane bir tavsiyem olacak.
Bir onkoloji bölünde iki gece geçirin.
Sonra ne mi olacak?
Hı!!
Şükrederek hayatınıza devam edeceksiniz.
108 nolu odaya devamlı insanlar girip çıkıyordu.
Fakat hemen hemen her çıkanda ağlıyordu.
Sormaktan imtina ettim.
Lakin merakda ediyordum.
İçerdeki hastanın nesi vardı.
Sonunda dayanamadım(biz türk milleti valla meraklıyız)
33 yaşında gencecik bir kızcağızmış.
1,5 ay öncesine kadar sapa sağlanmış.
Rizeli kadının yükü ağırdır.
Çay dır
Çimendir
Ottur...
Bu güzeller güzeli kızımız da cesur becerikliymiş,
İşten çekmezmiş elini.
Birden öksürmeye başlamış, önemsememiş...
Sonra öylesine geldiği hastanede kala kalmış.
Akciğer kanserine yakalanmış.
Ve tüm organlarını sarmış.
Yapılacak fazla bir şey kalmamış.
Doktor böyle anlatırken benim kulaklarımda şahitlik ediyordu.
Annesi yıkılmıştı.
Babasız büyütmüştü evlatlarını.
Babasını hakkın rahmetine yollayalı epeyi zaman olmuştu.
Güzeller güzelinin ya hayat yoldaşı...
Erkekler de ağlar!!!
Hemde nasıl...bir hafta boyunca eşinin gözlerinden akan hüzün yaşlarına bakıp
Acısının ne kadar derin olduğunu hemen anlayabiliyordum.
Daha dün haftanın son günü pazar
9 Temmuz günü nasılda herkesi mutlu etmişti, güzel kız.
Annesi gülümsüyordu.
"Yemek bile yedi, oturdu.
Bizimle konuşuyor..." diye sıralarken ki sevinci geldi gözlerimin önüne...
Ah anacığım, evladın can paren, iyi olacak sanarken...
Bu sabah hastamın odasının tam karşısındaki odaya baktım.
Sanki çok sessizdi.
Havanın bunaltıcı sıcağı,
Odaların kapıları açık tutuyordu.
Ondan gözüm o odanın kapısına sürekli takılıyordu.
Odaya girenler, bir haftadır, tanıdık olan yüzlerde değildi.
Ani bir hareketle ayağa fırladım,
Sanki içime bir acı akmıştı.
Hemşire hanıma hastanın durumunu sorunca...
Yüreğimin acısıyla öylece kalakaldım.
Gece hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Hayatın baharında bir melek kuş yuvasından uçup gitmişti.
Anlatacak ne kalmıştı ki...
Sevdiklerinize sarılın.
Dargın kalınacak kadar uzun olmayan bir ömrü yaşamakta insanoğlu…
Nerede
Ne zaman
Ne ile gelecek bilinmeyen
Birini beklemektir,"ölüm"
Sözün son kelimesi ise sevgiden
Gülümsemeden ayrılmayalım.
Tülay Demircan Koyuncu Tüm Yazıları