Küçüklüğümüzde sorulan “büyüyünce ne olacaksın?” sorusuyla öğrendik ilk kez umut edebilmeyi. Belki hâyâl edebilmeyi, bizde ki ileriye yönelik plânlar kurabilme tekniği, annemizin kışa hazırlık turşu kavanozlarına nispet yapar gibiydi... Doktor olacağım diyenler problemler çözedursun, mimar olacağım diyenler taslaklar çizedursun, psikolog olacağım diyenler okuyadursun, yazadursun, konuşadursun...Biz insan olabilmenin vasıflarını toplayalım çocuk kalbimizin yemyeşil bahçelerinden…çiçeklerin renklerini en çok fark edebildiğimiz, hayat gailesinin gönlümüze dokunmadığı çocuk yaşlarımız şimdilerde antika değerinde, ömür sermayemiz için...
İnsani değerlerimiz en taze çağlarında kıymetli kıldığı için bizi belki de hep bir gurbettir çocukluğumuz...bunu diri tutabilenleri tenzihen bir dua mayalıyorum şimdilerde. Keşke çocuk kalabilseydik de, kötülüğü yaptığımız o minik yaramazlıklarla sınırlı tutsaydık. Yalan söylemenin neticesi hep okuduğumuz masal kahramanlarının akıbeti olsaydı. Aklımızda şekillenemeyen, gönlümüzde tasavvuru imkansız cennete kavuşabilmenin gayesi olan iyi hasletlerimizle pişirseydik her yaşımızı...Keşkeler ardı arkası kesilmeyen bir ümit silsilesi oluverir tam da bu noktadan itibaren...Gençliğimiz, geride kalan yılların mayalananmış hali gibi...kıvamı da ,lezzeti de gönlümüzü resmeden bir renk...lisanımız da, niyetimiz de hep boyandığımız rengin tonlarını yansıtır gibi...işte bu yaşlarda gönlü yüce tanımlı kıymetler ömrümüze bir hediye olup ”iyi ki" si oluverir hayatımızın...kimilerinin görmezden geldiği bazı anlar sanki koca bir mutluluğu ikram eder bize.
Karakterimizin şekillendiği ve artık bir gönül süzgecinin tecrübeleriyle düşünebildiğimiz öznesiyiz hayatımızın...misal; hayalîni kurduğumuz bir meslek sahibiyiz. Etrafımızda her an hayallerimizi yaşamış olmanın verdiği mutluluklar. Öğrenciler, öğretmenler, veliler, idareciler, hizmetliler...bu hayalin içini dolduran pay sahipleri...her biri başka başka hislerle tanımlı. Duygusal öğrenci, yaramaz öğrenci, gayretli öğrenci, başarılı öğrenci, zeki öğrenci ...gibi gibi…mesleğine aşık öğretmen, anaç öğretmen, prensip sahibi öğretmen, sinirli öğretmen, hümanist öğretmen, radikal kararlarla esip gürleyen öğretmen, şefkatli öğretmen...etrafa saçtığı negatif ve pozitif elektrik dalgalarıyla bir çember oluşturur. İdareciler hep sert, ciddi, net, tabiri caizse biraz kızıl biraz mavi…lakin çemberin bu kısmında bizi kendisine hayran bırakan biri; rüyalarla amel edilmeyeceği gerçeğine eşdeğer, fikirlerle vasıflar inşa edilmez gerçeğini var ediyor gönlümüzde. Tanımladığımız ve inandığımız gerçek olan ne ise siliveriyor...nüfusu kalabalık bir okulun öğrencilerin her birine dokunan şefkat kelimesinin en çok yakışanı. Her bayrak töreninde ciddi cümleler yerine samimiyet nidalı hâl hatır soran bir anne yüreği işitmiş olmak, şükür sebebi oluveriyor yeni haftaya dair. Yere atılan bir gofret kağıdını çöpe atarken bile gördüm desem kaç kere, subhanallah der misiniz?...çalışanların gönül payelerine sunulmuş tebessümü...ilgili alakadar halleri...en mühimi de ;mutluluğunun var oluşunu bilmek değil mesele, derdini fark edebilmek...öğrendim ki bir kez daha; çocuklarımıza “büyüyünce ne olacaksın ?”demezden evvel, onları ne oldum delisi değil de hakikaten ne olacağı kaygısıyla “insan" yetiştirebilmek...
“Mevki, makam hikâye; bize yüreğinden şefkat taşan kişilerle hasbihal nasip et Rabbimiz” duasıyla yaş alan insan gibi insan kokulu nesillerin varlığına umutla...
Elif Ekşi Zorer Tüm Yazıları