HDP’nin Batman milletvekili adayları geçen hafta Esentepe’de kahvaltıda basın mensuplarıyla bir araya geldi. Ezidi aday konusunda tabanlarında ve Batman kamuoyunda oluşan tepkileri soran gazetecilere cevap veren adaylar: “Bir kesim, kasıtlı olarak Atalan’ın, Ezidi olmasını ön plana çıkarıyor. Biz, Medine sözleşmesini şiar edinmişiz” demişler. Vay be ne laf ama. ‘Sosyalizmi şiar edinmiş kesimler’, “din afyondur” diyenler, ‘Biz bölgede laikliğin sigortasıyız’ diyenler, ‘Biz olmazsak bölgeye Kürt Hamas’ı gelir’ diyenlere bakında; sıkıştıklarında ve halka söyleyecek bir lafı olmadıklarında nasıl da dinden medet umuyorlar. Kırdıkları potları ve yaptıkları yanlışlıkları temizlemek için dine sarılıyorlar.
Öncelikle şunu belirtelim ki, hiçbir sosyal ve inanç kesiminin meclise girmesine karşı değiliz. Yapılması gereken her sosyal ve inanç sınıfının ülkedeki nüfusu oranında milletvekili sayısı belirlenerek, temsil haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır. Bu şekilde Ezidi, Yahudi, Ermeni vs. tüm azınlık durumunda olan vatandaşlar için çıkaracakları vekil sayısı belli olmalıdır. Bu yapıldığında bu kesimler kendi cemaatleri içinde aday belirleyecekler ve partilerin baskısı ve tahakkümünden kurtulacaklardır.
Şimdi benim ve benim gibi düşünenlerin karşı çıktığı nokta Ezidilerin veya Süryanilerin aday olmaları değil, bunların Müslüman Kürt halkına dayatılmasıdır. Kimse Müslüman Kürt halkının iradesine ipotek koyarak, onları aşağılayarak, ‘kimi koysam seçilir’ gibi bir mantıkla tasvip etmediği kişileri dayatma hakkı yoktur. Eğer Ezidi ve Süryani adaylar göstermeyi uygun görüyorsanız bunun arkasında durun. Bunu meşru görmüyor olmasınız ki, meşrulaştırmak için kendinize İslam’dan delil getirmeye çalışıyorsunuz. Dini istismar etmekten vazgeçin ve neye inanıyorsanız ondan delil getirin. Halkımızın saf düşüncelerinden ve aziz İslam inancı ile onları aldatmaktan vazgeçin.
HDP’ye yakın basın organlarında 50 Ermeni, 15 Süryani, 150 Alevi, 2 Ezidi aday profili olduğu ifade ediliyor. Geriye kalanlarında geneli “Türk solu” kökenli adaylarla Kürt soluna mensup adaylardan oluşuyor. Altan Tan gibi birkaç muhafazakar adayda vitrinlik olarak listeye konuldu.
Bu sorunla ilgili olarak HDP Milletvekili Altan Tan 30.03.2015 tarihinde Mecliste düzenlediği basın toplantısında: “Kendi partimizle ilgili bilgileri basından alıyoruz. Ben basında çıkan listeleri olumlu bulmuyorum, çok sosyalist, marksist bir çizgide görüyorum. Bunun da çok fayda getirmeyeceğini düşünüyorum.” (1) diye konuşmuştu. Ama ismi listeye girdikten sonra o da eleştirilerini bıraktı.
Konu sadece Ezidi değil. Sizin aday ve yönetici kadrolarınızın çoğunluğu zaten Sosyalist, ALLAH’a inanmayan ateist, (affedersiniz) LGBTİ’den oluşuyor. Kürt halkının sırtından marjinal Türk solu ve sapkın kesimleri meclise taşımaya kalkışıyorsunuz. Ondan sonra da sıkışınca söyleyecek lafınız kalmayınca saray mollalarınızdan yardım alarak İslam’da meşruiyet arıyorsunuz. Hadi oradan. Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun.
Kırdığınız cevizler bir değil ki halk sizin samimi olduğunuza inansın! Seçim beyannamelerinde Din Kültürü dersi ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kaldıracaklarını söyleyen HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 29 Nisan’da İslam'ın kutsallarını ayaklar altına alarak 1 Mayıs ve Taksim'e ilişkin bakın ne açıklama yaptı. Kabe ve Taksim'i kıyaslayan Demirtaş, "Kâbe Müslümanlar için neyse işçiler açısından da Taksim olmazsa olmaz bir yerdir" şeklindeki sözleri İslama karşı olan düşmanlıklarının zihin kodlarını aşikar etti.
Bu sözlerin benzerini daha önce Batman Eski Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan Roj TV için kullanmıştı. 1 Mart 2008 tarihinde Belçika’ya giderek Roj TV’nin 5'inci kuruluş yıldönümü resepsiyonuna katılan Kalkan, burada yaptığı röportajda, "Batman halkı adına Roj TV'yi kutluyorum. Yolum Roj TV'ye düştüğü zaman huzur buluyorum. Nasıl ki Müslümanlar için Mekke, Medine kutsal ise Kürtler için de Roj TV o kadar kutsaldır.” demişti.
Peki, şimdi soruyorum bu sözleri Ezidi, Süryani asıllı birileri kullanır mı? Veya daha ileri giderek soruyorum. Bu ve benzeri sözleri Peygamber Efendimizin en büyük düşmanı Ebu Cehil kullanmış mı? Kesinlikle hayır. Çünkü Ebu Cehil ve benzeri müşriklerde Kâbe’nin kudsiyetini tanıyorlardı.
Başta da yazdığım gibi konu insanların Ezidi veya başka kökenden olması değil. Ama madem sizler bu tercihi yapıyorsunuz arkasında durmasını ve tabanınızdan gelecek tepkileri kabullenmesini de bileceksiniz. Artık halkımız “Çeketimi koysam kazanır” mantığını tanımıyor.
Demirtaş’ın yukarıdaki sözlerine tepki gösteren AK Parti İl Başkanı Diyaettin Uçar, İslami ve manevi değerlere saldırmaya başlayan HDP'nin seçim yaklaştıkça gerçek yüzünü göstermeye başladığını belirterek, HDP’nin dine saldırmayı alışkanlık haline getirdiğini ve böyle devam ederlerse mahalle partisi bile olamayacaklarını söyledi.
Medine vesikası meselesine dönersek, İslam tarihinde önemli bir anlaşma olan ve tarihe Medine vesikası olarak geçen belge 47 maddeden oluşmaktadır. 23 ve 42.maddelerinde de anlaşılacağı gibi bu vesikada yetki ve hüküm Devlet Başkanı olarak Peygamberimizin elindedir. Bütün ihtilaflarda hükmü o verecektir.
HDP’lilerin güya kendilerine delil getirdikleri Medine Vesikası’nın hiçbir yerinde gayri Müslimlere hele de inançsız olanlara yetki verilmemiş. Orda HDP’lilerin yaptığı gibi Müslüman halka ve inançlarına dayatma yoktur.
“Medine Vesikası”, Hz. Peygamber (sav)’in, Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra, yeni kurulan İslam devletinin anayasası mesabesinde olmak üzere yazdırdığı rivayet edilen meşhur mukavelenamedir. Bu vesika, dünyanın ilk yazılı anayasası olarak kabul edildiği için, hukuk tarihi açısından özel bir öneme sahiptir. Bu tarihi belgeyi bir bütün halinde bize aktaran en eski kaynak İbn Hişam’ın “el-Siretü’nnebeviyye” isimli eseridir. O bunu, hocası İbn İshak’tan aktarmıştır. Bu tarihi belge, iki bölümden müteşekkildir. Onun ilk bölümü, din birliği şemsiyesi altında, değişik kabilelere mensup Medineli Müslümanlar(Ensar)la Mekke‘den hicret eden Müslümanlar (Muhacirler) arasındaki ilişkileri düzenlemektedir. ikinci bölümü ise, vatan birliği ortak noktasından hareketle, bütün Müslümanlarla Medine civarında ikamet eden Yahudi toplulukları arasındaki ilişkileri düzenlemektedir. (2)
Medine vesikasının 23.maddesi: “Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir.”
42.Madde: “Bu sahifede (yazıda) gösterilen kimseler arasında ortaya çıkmasından korkulan her türlü öldürme ya da tartışma olaylarının Allah’a ve Allah’ın Resûlü Muhammed’e götürülmesi gerekir. Allah bu sahifeye (belgeye) en sıkı ve en titiz bir biçimde riayet edenlerin güvencesi olacaktır.”
Bu sözleşme bir şehir devleti için tasarlanan bir anayasa olmakla birlikte İslam’ın evrensel kurallarını da içermektedir. Fakat özel anlamda, Medine’de yaşayan topluluğun savunma, kanun koyma, yardımlaşma, adalet işleri ve savaş hukuku gibi tüm temel ihtiyaçlarını karşılamıştır. Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) kurulan bu şehir devletinin başı durumundaydı. Sahabileri de “yöneticiler zümresi” diye ifade edilebilen bir konumdaydılar.
Medine Vesikası’nda, Devletin iç idaresine ait bir kaç satırdan sonra bu olağanüstü vesikada şöyle denilmiştir: “Bu antlaşmayı kabul edenler arasında vaki olabilecek bütün anlaşmazlıklar Allah’a ve O’nun Resulü’ne takdim edilecektir.” Bu madde anayasanın en önemli maddelerinden birisidir. Çünkü bu madde, tüm yetki ve sorumluluğun Allah’ın elçisinde olduğunu açıkça ifade eder. Bu anayasa ile Arapların kör şiddet ve kaos-karmaşayla karışık geleneklerine kesin bir darbe indirilmişti. Araplar o güne kadar bir zarar veya felakete maruz kalanların intikamını alma işini kabile ya da ailenin gücüne bırakmışlardı. Hz.Peygamber (s.a.v) bu vesikayı yayınlamakla ümmetin en büyük hâkimi durumuna geldiği gibi, ilk kez sorunları hukukla çözülen bir devletin başkanı da olmuştu.
Vesikada bir diğer önemli unsur olan “hâkimiyet” konusu ise, özellikle üzerinde düşünülmesi gereken bir anlayışla gerçekleşmiştir. Bu vesikanın imza edilişinde ise, “katılım” odaklı bir anlayışla toplumsal birliği kurmaya çalışmıştır. Yani, otoriter ve totaliter bir durumdan kat be kat uzak, tüm farklılıkların birer realite olarak kabul gördüğü, birbirinin alanına müdahale etmediği, üst makam tarafından birbirlerine karşı hukuken teminat altında olunan bir düzen anlayışı hâkimdir. Hâkimiyeti sağlayan madde ise, 23 maddedir; buna göre, Hz. Peygamber, ihtilaf hallerinde başvurulacak en yüksek makam olarak işaretlenmiş, dolayısıyla bir hâkimiyet belirtilmiştir. Toplumsal kabul ile yürürlükte kalan vesikadaki bu madde, toplumun iştiraki ile var olan bir egemenliğin işaretidir. (3)
Sonuç olarak, alnı secde eden inançlı kardeşlerimize sesleniyorum! Bu şekilde zihin kodlarına ve düşünceye sahip kesimlere vicdanınız rahat bir şekilde oy verecek misiniz? Konuyla ilgili ayet ve hadislere rağmen evet vicdanen rahatım oy vereceğim diyorsanız. Sizi vicdanınıza ve imanıza havale ediyorum. Söyleyecek bir sözüm yoktur. Yalnız vicdanen rahat değilseniz bazı saray mollalarının ve onları temize çıkarmak için gönüllü halkımızı inanç ekseninden çıkarmak isteyen aldatıcılara karşı uyanık olun ve inançlarını dünya menfaati karşısında satan Belam-ı Baura ve onun gibi olanlar sizleri kandırmasına ve yönünüzü aziz İslam dininden çevirmesine izin vermeyin…
Dipnotlar:
(2) (Doç. Dr. Mehmet ERDEM Fırat Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Hukuku Anabilim Dalı http://www.jasstudies.com/Makaleler/554561271_erdemmehmet.pdf)
(3) (Musa K. YILMAZ Prof. Dr. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.(1)
http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=977