İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek Müslümanın sorumlu tutulduğu İslâmî bir terimdir. Hem ferd hem de toplum olarak, Müslümanların en önemli, hem de en büyük vazifelerinden biridir.
Aynı zaman da otoritenin de denetlenmesinin bir şer’i delilidir. Bir Müslümanın, bu işlemi yalnız kendisinin yapması yeterli değildir. Diğer Müslümanlarında böyle yapması için mücadele vermesi gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm’de yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
“İçinizden (herkesi) hayra çağıran, iyiliği (meşru şeyleri; tevhidi ve salih ameli) emreden ve kötü olandan men eden bir ümmet (bir topluluk) olsun, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)
“(Ey Muhammed ümmeti! Dininiz sayesinde) siz, insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz.
(Çünkü) iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a hakkıyla inanırsınız.”(Âl-i İmrân, 3/110)
Yukarıdaki âyetler diyor ki: Tevhid inancına ve Allah’ın şeriatına bağlı kalmanız sayesinde elde ettiğiniz faziletlere ve güzelliklere, başkalarının da ulaşması için yaptığınız çalışmalar dolayısıyla, yani iyiliği emredip kötülüğü yasakladığınız müddetçe zamanınızın en hayırlı toplumu olursunuz.
İslâm toplumları, Allah’ın emir ve yasaklarına/şeriatına itaat ettikleri müddetçe ayakta sağlam kalabilirler. Allah’ın emir ve yasaklarını/şeriatını göz ardı ettikleri müddetçe, İslâm dünyasının yapısı bozulmaya başlar. Adâletsizlikler, zulümler, haksızlıklar ve katliâmlar baş gösterir. Emperyalist ülkelerin sömürüleri, saldırıları, işgalleri ve haksızlıkları nedeniyle fakirlik, mağduriyet ve gözyaşı artmaya başlar. Sonunda Allah’ın gazabı, bütün insanlığı kuşatmaya başlar.
Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de buyruluyor ki:
“…Biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık. Yoldan çıkmaları sebebiyle zulmedenleri şiddetli bir azapla yakaladık.” (A’râf, 7/165)
Huzeyfe’den (ra) rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
“Bu canı bu tende tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emredersiniz ve kötülükten sakındırırsınız ya da Allah Teâlâ size azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız, fakat duânız kabul edilmez.” (Tirmizî)
Bela, musibet ve gazap yalnız suçu işleyenlere gelmez. Bu kötülüklerin işlenmesine seyirci kalanlara da gelir.
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dır. İyiliği (tevhidi ve salih ameli) emrederler, kötülükten/kötü olan şeylerden men’ederler; namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah bu kimselere rahmet edecek (bağışlıyacak)tır. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)
Resulullah (s.a.s.)’de şöyle buyuruyor:
“Sizden, kim kötü bir iş görürse, onu eliyle değiştirsin; eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun; bu imanın en zayıfıdır.” (Müslim)
Yukarıdaki hadis, âyetlerdeki prensipleri kuvvetlendirmekte. Bu prensiplere dayalı muhalefeti üç gruba ayırmakta. Birincisi, kuvvete ve güce dayalı muhalefettir. Dolayısıyla, ümmetin ilk görevi gücü yeterse, kötülüğü eliyle/zorla değiştirmesidir. İkincisi, söz ve hitabete dayalı muhalefet etme. Üçüncüsü de, elle ve sözle düzeltilemeyen/güç yetirilemeyen durumlarda kötülüğe karşı kalben yapılan muhalefettir. Allah’ın Resûlü, ayrıca muhalefet etmeyi, imanî bir mesele olarak değerlendirmektedir.
Allah’ın Resûlü (s.a.s), diğer bir hadisinde ise şöyle buyuruyor:
“Siz, zalime el çektirmedik ve onu gerektiği şekilde Hakk’a çevirmedikçe hayır. (size kurtuluş yoktur!)” (Tirmizî)
İnsanlar neden haksızlıklar karşısında suskun kalmayı tercih ederler. Kötülüklerin oluşmasına mani olmazlar, doğruyu göstermeye cesaret edemezler. Muhalif olmaktan çekinirler. Tabiîki bunun değişik sebepleri vardır.
Önce, dünya nimetlerinden elde etmiş oldukları kazanımları kaybetmekten korkarlar. Kötülükleri işleyenlerden, ileride birtakım dünyevî beklentileri olabilir düşüncesiyle onlara aykırı davranmak istemezler. Aralarındaki dostlukların bozulup, itibarlarının azalmasını riske edemezler.
Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususta ne buyruluyordu:
“Allah’a verdiğiniz sözü, az bir değere (yani dünyalığa) satmayın.” (Nahl, 16/95)