Yılın ilk Cuma günü sabaha karşı işgalci ABD, Uluslararası Bağdat Havalimanı'ndaki Haşdi Şabi konvoyuna düzenlediği hava saldırısında, İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü'nün komutanı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi El Mühendis’i katletmesi sonrası savaş çıkacağı beklentileri tüm dünyada zirve yaptı.
Ardından İran, 8 Ocak ta, ABD'nin Irak'taki Ayn el-Esad ve Erbil üslerine yönelik füze saldırısı düzenledi. Bu saldırıda ABD inkârda etse üsleri oldukça zarar gördü. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra Ukrayna'nın başkenti Kiev'e gitmek üzere Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havalimanı'ndan kalkan Boeing 737 tipi yolcu uçağı düştü ve 167 yolcu ve 9 mürettebattan kurtulan olmadığı açıklandı.
İranlı yetkililer ilk başta uçağın teknik bir arızadan kaynaklı kazadan dolayı düştüğünü belirttiler. Uçakta 82 İranlı, 63 Kanadalı, 11 Ukraynalı, 10 İsveçli, dört Afgan, üç Alman ve üç İngiliz'in bulunduğu açıklandı. Ancak bunların kim oldukları ne İran, ne ABD nede olayın tarafı olan diğer ülkeler tarafından açıklanmadı. Tabi olayın kaza olmadığı İran Devrim Muhafızları Komutanı Emir Ali Hacızade’nin uçağın “cruise füzesi” sanıldığı için, kısa menzilli bir füze tarafından vurulduğunu açıklamasıyla netleşti. Şimdi olay tazminat ve özür ile muhtemelen kapatılacak ve savaş haberleri konuşulmayacak.
Tabi bu olayda büyük resme baktığımızda; uçak kazasında ölenlerin kimliklerinin neden açıklanmadığını sormak gerekiyor. Neden sadece ölü sayısı ve uyrukları verilerek konu kapatılıyor. Anlaşılan o ki; ölen kişilerin kim olduklarını İran da, ABD’de, ilgili diğer ülkelerde biliyorlar. Ancak bunu açıklamak hiçbirinin işine gelmiyor. İran, uçağı yanlışlıkla değil, içinde ABD ve diğer ülkelerin önemli “operasyonel isimleri “ olduğundan indirdi. Bunu ispat etme zorluğu ve uçakta masum sivillerde olduğundan açıktan üstlenemedi. ABD ise kendi adamlarının varlığını bildiğinden olayı Kanada ve Ukrayna üzerinde çözmeye çalışıyor ve olayı örtbas etmenin yollarını arıyor.
Şimdi bu ve benzeri olaylarda bizlere ağacı gösterip onunla meşgul olmamızı istiyorlar ve bizim ormana bakmamızı ve ondan haberdar olmamızı istemiyorlar. Bizlerde bizlere gösterilen “ağaç” ile meşgul olup yorumlar ile oyalanıp birbirimizle mücadele ediyoruz. Emperyalist egemen güçler de, bu oyunları ve içimizde payandaları sayesinde planlarını rahatça uyguluyorlar. Bu oyunların yanı sıra hiçbir İslam ülkesinin güçlü olmasını istemediler ve tek tek güçsüzleştirip indiriyorlar. Kala kala İran ve Türkiye kaldı. Bunları da güçsüzleştirip asıl planlarını devreye koymamın hesabını yapıyorlar. Bu oyunları gören ve farkına varan devlet ve yönetimlerini de içimize yerleştirdikleri “etki ajanları” ile etkisizleştirmeye çalışıyorlar. Bazen muhalefet, bazen çevreci, bazen ekonomist, bazen insan hakları savunucusu, bazen yolsuzluk karşıtı, bazen de hukukçu olarak karşımıza çıkarıyorlar bu adamlarını. Bu kişiler sureti haktan görünerek emperyal projelere uygun şekilde pozisyon alarak sözde “muhalefet” yapıyorlar. Bu kişi ve kesimler emperyal projeleri sekteye uğratacak adımları başka argümanları kullanarak sabote etmeye çalışıyorlar. Bu kesimler, bazen samimi insanları da kullanarak amaçlarına alet ediyorlar. Bazen çevreye sahip çıkma veya yolsuzluk iddiası veya ideolojik gerekçelerle halkı örgütlemeye çalışıyorlar. Bu konuda samimi olanlarda iktidarların yanlış uygulamalarına karşı çıktıklarını veya ideolojilerine hizmet ettiklerini sanarken; aslında büyük resimde emperyalist oyunların figüranı olduklarının farkına varmıyorlar.
İran’daki protestolara ve ülkemizdeki olaylara bu gözle bakarsak; bu olayların ve istikrarsızlığın aslında kime yaradığını ve kimin planına hizmet ettiğini daha iyi göreceğiz. Bu arada yöneticilerin de emperyalist güçlerin eline koz verecek uygulamalara dikkat etmeleri elzemdir.
Sonuç itibariyle; Bizler bu oyunları, büyük resimdeki makro planları görmeyip şuurlu davranmazsak, daha çok İslam düşmanı egemen güçlerin oyunlarına düşeceğiz. Weselam…