Çin’in Vuhan kentinde Aralık 2019 da ortaya çıkan ve kısa sürede yayılarak dünyayı tehdit eden corona virüs salgınındaki vaka ve ölüm sayısı artarak devam ediyor.
Bu ölümcül virüs salgınının yayılmasını önlemek için dünyada ve Türkiye’de alınan tedbirler en üst düzeye çıkarıldı. Kimi ülkelerde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken, bazı ülkelerde ise kısıtlamalara gidildi. Ülkemizde tedrici olarak bazı kısıtlamalar getiriliyor ve vatandaşların buna riayet etmesi isteniyor. Bu cümleden; camiler cuma, vakit namazları ve kandil için kapatıldı. Düğün salonlarından taziye evlerine ve ölü defnine kadar, bir sürü kısıtlama getirildi. En son 65 yaş ve üzeri kişilerin dışarı çıkması yasaklandı.
Bu hastalık konusunda toplumuzda kimileri konuyu çok abartıp toplumda kaos oluşturma ve panik haline koymaya çalışıyor. Sanki ölüm ilk kez olacak ve daha önce hastalık ve ölümler yokmuş gibi anlaşılmaz bir davranış içerisine giriyorlar.
Kimisi de tam tersi, olayı ciddiye almadan, “bize bir şey olmaz” modunda umursamaz bir tavır içerisinde hareket ediyor. Oysa ölümde hastalıkta bize de bir gün uğrayacak. Bizler umursamaz davranır ve bizden başkasına bu hastalık bulaşırsa; o kişinin vebali ve kul hakkına girmiş oluruz. Lütfen bu bilinçle hareket edelim.
Artık ifrat ve tefrit arasında bocalamaktan kurtulup vasatı yaşayalım. Yapmamız gereken, panik hali ve umursamazlık halinden kurtularak; uzmanların ve devlet yetkililerinin uyarılarını doğrultusunda tedbirimizi alıp, mevcudatın Rabbi’ne tevekkül etmemizdir. Ne tedbirsiz kalalım ne de, panik olalım. “Kadere iman eden, kederden emin olur.” düsturunun gereğini yapalım. Unutmayalım ki, bizleri yaratan, rızıklandıran ve gözeten Rabbimiz var ve O’nun yazdığından başkası başımıza gelmeyecektir. Bize düşen ALLAH’a iman ve sığınmaktır. “Allah’ın izni olmadan başa gelen bir musibet yoktur. Kim Allah’a iman ederse Allah onun gönlünü doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilmektedir.” -Teğabun: 11-
Öncelikle bu hastalığında dünyadaki her musibet gibi imtihan olduğunu bilelim. Bu imtihana odaklanalım. Bizler ne yaptık ta, camilerin kapısı yüzümüze kapandı? Mescid-i Haram belki, Ebrehe’nin fil ordusu saldırısından bu yana kapatılmamıştı. Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa yetim kaldı. Bizler ne günah işledik te; cumalarımız, cami ve mescidlerimiz yetim kaldı? Mirac gecesini ihya ve idrak edemedik. Ömrümüzde ilk defa selâsız, camisiz, cemaatsiz, hüzün dolu bir cuma gününe şahidlik ettik. Cuma Namazına gidemedim diye değil, Rabbimizin huzuruna niye kabul edilmedik diye üzülelim.
Evden çıkamaz hale geldik, ölülerimizi doğru dürüst defnetmekten aciz bir duruma düştük. Yakınlarımızın taziyelerini yapamaz hale geldik. İnsanlık bu salgın hastalığın neden geldiğini sorgulamadan, taşıdığı günahın vebalinden tevbe etmeden bu belalardan kurtulamayacaktır.
Günde 8500 çocuğun açlıktan öldüğü gerçeği karşısında sessiz kalıp mal biriktirme derdine düşen bizler, en büyük musibeti hak etmiyor muyuz? Yemen’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Filistin’de, Arakan’da, Hindistan’da ve dünyanın diğer mazlum coğrafyalarında; başta Müslüman halklar olmak üzere mazlum insanlar açlık, sefalet, baskı ve katliamlara uğratılırken, ses çıkarmayan ve iyice dünyaya dalıp maddiyatın esiri olan insanlık vicdanı bu musibeti hak etmiyor mu? (Şura Suresi:30 ve -Enfal Suresi: 31. Ayetlere bakınız)
Bütün bu sıkıntılı duruma rağmen fırsatçılık ve karaborsacılık yapan vicdansızlar sizleri hangi toprak kabul edecek acaba?
Birde İslam’a düşmanlık yapmayı kendine vazife addeden utanmaz arlanmaz malum bir güruh var ki, bu musibetten ders çıkaracaklarına, İslam’a olan kinlerini ortaya çıkarmak ve saldırmak için ganimet olarak kullanıyorlar. Bu virüsün ilacı bulunurda, “dinsizlik virüsü” ve “vicdansızlık virüsü”nün çaresi bulunmaz. Size söyleyeceğiz son sözümüz: “Kininizle geberin” -Al’İ İmran: 119- olacaktır.
Sonuç itibariyle baktığımızda, bu virüs ve yaşattıkları bizlere çok şey anlatıyor ve ibret almamız gereken çok dersler veriyor, almasını bilen tabi.
Selam ve dua ile…