İnsanlığın öldüğünü tarihler 2 Eylül 2015’i gösterince Bodrum açıklarındaki kıyıda görünerek ilan edildi. Bunu da sadece biz insanlar yaptık acımasızca. Teknolojiyi had safhaya kadar taşıdık ama insanlığımızı çok gerilerde bıraktık. İnsanlığımız tâ cahiliye devrine kadar geriledi. Onlar ki; çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bizler de, kardeşlerimizi denizlere gömdük şuursuzca. Hatta kardeşliğimiz abartısız Habil ve Kabil’e varmak üzeredir. Bir kardeş diğer bir kardeşi çekemeyerek katlederken, bizler de kabullenememekler içerisinde bırakın aynı işte çalışmayı, aynı sofrayı paylaşmayı, atık yiyeceklerimizi dahi fazla gördük dindaşlarımıza, dildaşlarımıza.
Ne oldu da (din kardeşleri olarak) bizlere gelmek yerine vahşi batıyı seç(tir)mek zorunda bırakıldılar. Hani Müslüman emin kişiydi, çevresine güven verirdi, sahip çıkardı. Hani Muhacirlere Ensarlığımız?. Hani müminlerin özelliklerinden olan i’sar geleneğimiz? Hani nerede göreniniz var mı? Masal gibi dinlerken güzel geliyordu da tam gerekli yerde, lazım olacağı sırada mı unutuverdik? Tabi ya bunlar önceki (gerici!) insanların geleneğiydi. Bizler şimdi çok ilerde (çağdaş!) medeni insanlar konumundayız.
Teknoloji çok ilerledi, artık insanlar başka gezegenlerde yaşam var mı?, yok mu? yu tartışıyorlar. Ama insanlık diplere vurmuş kimin umurunda, insanlık ki para etmez.
Haydi, bizim Ensarlık duygularımız körelmiş, sahip çıkamadık. O kardeşlerimizin Kobane’den kaçmasına sebep olan nedir? Diyelim ki daha önce oradan kaçanlar DAİŞ’in barbarlığından, vicdansızlığından, zulmünden kaçtılar (ki, öyle(mi)ydi). Ya şimdi? Şimdi ne oluyor Kobane’de? Kobane ne güzel kanton bölgesi ilan edilmiş güzel güzel yaşanıyordu. Tek hâkim (cici çocuk) PYD olduğu halde niye orada sıkıntılar bitmiş değil? Neden millet hala oradan kaçmaya çalışıyor? Milletin orayı hala güvensiz bilmesi sebepsiz midir?
Görünen odur ki, nasıl bölgemiz 2 zulüm arasında, 2 ateş ortasında kalmış ise Kobane’deki insanlar da aynı şekilde hem DAİŞ’in hem de PYD’nin zulümleri arasında bocalıyor, fırsat buldukları gibi kaçıyorlardı. Belki bir zalim gitti ama diğer bir zalimin gerek dayatmaları olsun, gerek icraatları olsun halkı göçe zorladı. Yani her ne kadar bir zalim gitmiş olsa bile, diğer zalim aynı yerde ahkam kesmeye devam ediyor.
Yoksa, Aylan (2), Galip (3) Kurdi kardeşler ve annelerini kim oradan kendi topraklarından çıkarabilirdi ki? Daha topraklarının kokusunu içlerine çekmeyen 1.5 yaşındaki Zeynep Cafer ile ikizi Abdullah Cafer’in denizin tuzlu suyunu içlerine çekmesine hangi anne ve baba razı gelebilir çok zor durumda olmazsa. Haydar Zeinb (11) ve kardeşi Ahmet Habi (7), ile 11 yaşındaki Tahara Cumburiy kötü yaşam koşulları olmasaydı ana yurdundan uzaklaştırır mıydı? Ebeveynleri.
Kesinlikle hiç kimse tezek kokusu dahi olsa toprağı ele devredip elde yaşamayı kendisine kabullendirmez.
Bir de medeniyetin beşiği(!) olan Avrupa’nın küstahlığına da hepimiz şahit olduk. Hiç utanmadan diyorlar ki, şayet mültecileri kabul edecek olursak genlerimiz bozulacak. Bre vicdansız, ahlaksız sende gen namına bir şey mi kalmış? O insanlar senin memleketine gelmiş olsalardı, Allah onların hatırına belki sizlere biraz doğal olan insan geninden verirdi. Ama layık değildiniz, hala değilsiniz ve görünen o ki olamayacaksınız. Sadece Akdeniz son 2 yılda 5 binden fazla mülteciye mezar oldu. Bazı iddialar var ki düşünmesi bile korkunç. 30 kişilik teknelere 300 kişi bindirmeler, tekneleri batırmalar, kapalı kasa kamyonetlere konulup nefessiz bırakılmalar gibi insan dışı muameleler. Kısacası bu gibi aşağılıkların; gerek kaçmalarına sebep olanlar, gerekte sadece para düşünen zevatlar yani kimin parmağı varsa Allah aynı acıları onlara da yaşatsın. Yurtlarından hicret edip zorbaların zulmünden dolayı Rahmet edenlere Allahtan Rahmet, ailelerine de sabırlar diliyorum…