İslam dünyası olarak küresel emperyalizm ve siyonizminin oyun ve saldırıları ile tüm coğrafyamız kan ağlıyor. Ümmetin evlatları kurulan hain proje ve yüzyıllık planların farkına varmadığı ve bilinçli olamadığımız için tuzak ve oyunların esiri ve figüranı olmaktan kurtulamıyoruz.
Oyun ve planlar sadece silah ve saldırı ile ilgili değil hiç şüphesiz. Kültür emperyalizmi ve yozlaşma projeleri ile girmedikleri alan ve etkilemedikleri kimse maalesef kalmıyor. Bu oyun ve tuzaklarla en mahremimiz olan evlerimize rahatlıkla girip nesillerimizi ellerimizden alıyorlar.
En son PUBG oyununda “puta tapma” ritüeli ile gençlerimiz ve çocuklarımız puta tapınmaya teşvik edildi. Gerçi tepkiler sonrası bu ritüelin kaldırıldığı açıklandı. Lakin mesele kaldırılması değil. Önce TV, dizi, sinema, bilgisayar oyunları, çizgi film, internet vs. ile insanlarımız, gençlerimiz ve çocuklarımız yeni bir bağımlılık hastalığına müptela kılınıyor sonra da İslam’dan uzaklaştırma darbesini hissettirmeden vuruyorlar.
Bunlar fark ettiklerimiz. Birde fark etmediklerimiz var tabi. Okul kitapları içerisinde konumlandırılmış nice tuzaklar zaman zaman basında gündeme geliyor. Bunun için komple bir seferberlik ilan edilmeli ve nesillerimiz bu tehlikelerden korunmalıdır. Aksi halde kendi inancına ve medeniyetine yabancı hatta düşman nesiller yetişmeye devam edecektir.
Yıllarca “Öz Türkçe” adı altında dilimizden sırf İslam’ı çağrıştırıyor diye ne kadar Arapça ve Farsça kelime varsa çıkarılarak yerine uyduruk kelimler ile İngilizce, Fransızca, Almanca kelimeler itiraz edilmeden dilimize yerleştirildi. Bu tuzağı görmeyen insanlarımızda hâlâ farkında olmadan bu uyduruk kelimeleri kullanmakta beis görmüyorlar. Bu şekilde hem kültür ve medeniyetimizden hem de inancımızdan uzaklaştırılıp, inanç ve değerlerimizi öğrenmemiz engelleniyor.
Aynı tuzak Kürtçe’miz içinde geçerlidir. ‘Akademik Kürtçe’ adı altında anlaşılmaz kelimeler üretilip, cümleler kuruluyor. Kürtçe yayın yapan devlet televizyonu başta olmak üzere televizyonlardaki Kürtçe konuşmaların kahir ekseriyetini yaşlılarımız dâhil kimse anlamıyor.
Peki, ne yapılmak isteniyor?
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkanı Ekrem Erdem konuyla ilgili bir toplantıda, “Bir milletin dili bozulursa, kültürü de bozulur; sanat, edebiyat ve fikir sahalarında çöküntüler meydana gelir.” demişti.
Konfüçyüs’un da şu sözünü unutmayalım: "Dil bozulursa kültür bozulur, kültür bozulursa hukuk ve siyaset bozulur, hukuk ve siyaset bozulursa devlet çöker ve yıkılır."
Maalesef kurulan oyun ve kumpaslar ile mücadele ettiğimizi zannederken, aslında yine aynı tuzaklara düştüğümüzü fark edemiyoruz. Toplum mühendisliği marifetiyle yaptıkları kara propaganda ve algı operasyonları ile bize neyi iyi gösteriyorlarsa, ona iyi diyoruz. Neyi kötü gösteriyorlarsa ona kötü diyoruz. Bir gün iyi dediğimize başka gün kötü diyoruz ve bunu hiç sorgulamıyoruz.
Birkaç örnek ile konuyu detaylandıralım:
Geçmişte Afrikalı insanlara Türkiye’de “Zenci” denilirdi. Kimsede ne ırkçılık kastı ne de hakaret kastı yoktu. Sonra bir anda, “yok bu hakaret algılanıyor. O yüzden siyahi diyelim” dediler. Bizlerde buna sorgulamadan uyduk.
Yine şu an engelli dediğimiz insanlarımızın temsilcilerinden biri “Türkiye Sakatlar Konfederasyonu” idi. 1986 yılında 2908 Sayılı Yasanın 88. Maddesi gereğince kurulmuştu. Sonra yine bir el devreye girdi ve önce “özürlü” sonra da “Engelli” denilmeye başlandı. Bizlerde kuzu kuzu onayladık. Oysa inanç ve değerlerimizde bu kardeşlerimizi hor görme ve hakaret haramdı ve kimsenin aklına da böyle bir şey gelmezdi.
Sonra “Toplumsal cinsiyet eşitliği” diye bir ifsad projesi çıktı. Ancak mücadele ettiğini söyleyen çevreler bile, farkında olmadan bunun etkisiyle kelime ve kavramlarını değiştirdiler. Neymiş efendim! İşadamı değil, iş insanı denilecekmiş. Bilim adamı değil, bilim insanı denilecekmiş. Sanki daha önce iş hayatında ve bilim alanında kadınlarımız yokmuş gibi. Bu oyunlara alet olmaktan kurtulamadık. Birde mücadele ettiğimizi söylüyoruz. Wesselam…