Miladi 822 yılında doğup 911 yılında vefat eden evliyanın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadi, bir gün yaşadığı Bağdat’ta sıcak yaz aylarında talebeleriyle çarşıdan geçerken bir buz satıcısının feryat figan ederek, “Sermayesi sürekli tükenen bu fakirden buz alan yok mu?” diye bağırdığını ve sızlandığını görür. Evet, buz sıcakta sürekli erir ve adam satamadığı her an zarar etmektedir.
Bu sözleri duyan Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, birden durur ve olduğu yere çökerek başını ellerinin arasına alır. Talebeler telaşlanarak, “Ne oldu üstad?” diye sorarlar. Cüneyd-i Bağdadi de: “Şu adamın söylediklerine dikkat edin” diyerek buz satıcısının tarafına bakar. Adam, içinin yandığı sesinden belli olacak şekilde sürekli bağırıyordu: “Sermayesi tükenen satıcıdan alışveriş yapan yok mu?”
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri talebelerine dönerek, “Bu sözler beni sarstı, Asr Suresi’nin manasını şimdi anladım. Eriyenin sadece buzlar değil, aynı zamanda ömrüm olduğunu fark ettim. Sıcak, adamın maddi sermayesi olan buzları eritip tükettiği gibi, zaman da asıl sermayemiz olan ömrümüzü tüketiyor. Saniye saniye, dakika dakika ömür sermayemiz eriyor, hissedebiliyor musunuz? Adamın buzların erimesine olduğu kadar, ömürlerinin boşa tükenmesine karşı içi sızlanmayanlara yazıklar olsun…” diye mana yüklü bir ders verir.
Evet, yukarıda geçen Asr Suresi ile ilgili olarak İmam Şafii hazretleri, “Kur’an-ı Kerim’de başka hiçbir sure nazil olmasaydı, şu kısa olan Asr Suresi bile insanların dünya ve ahiret saadetlerini temine yeterdi.” demiştir.
İşte bu örnekte olduğu gibi buz misali ömür sermayemiz hızla tükeniyor ve bizler bunun karşısında ne yaptığımıza? Nasıl bir yol azığı hazırladığımıza bir bakalım?
Rabbimiz tükenen ömrümüzü heba olmaktan kurtaracak, bizleri hüsrana uğramaktan koruyacak olan reçeteyi de bizlere sunuyor: “İman etmek, Salih amel, Hakkı tavsiye, Sabrı tavsiye”
Bizler, geldiğimiz bu imtihan dünyasında neyi dert edindiğimizi? Kimlerin peşinden gittiğimizi? Neyin davasını güttüğümüze? Ve ne için çabaladığımıza? Bir bakalım o zaman ne durumda olacağımızı bileceğiz. Nasıl yaşarsak öyle ölecek ve o hal üzere dirileceğiz. Ölümün bize ne kadar yakın olduğunu birebir bu pandemi sürecinde aynel yakin olarak gördüğümüz halde hâlâ ölmeyecekmişiz gibi davranıyorsak demek ki, büyük bir gaflet içerisinde bulunuyoruz.
Bu ölümcül pandemi sürecinde her gün en yakınlarımızı ve ulu çınarlarımızı toprağa verirken, hâlâ dünyanın aldatıcı bir meta olduğunu fark edemiyorsak, başımıza ne gelirse müstahakız demektir. Bu süreçte ölümü ve ağır hastalığı bu kadar yakından hissettiğimiz bir ortamda eğer, dünya hayatının geçici ve içi boş olduğunu anlamayıp halen birbirimize zarar verme ve aldatma yollarını arıyorsak bizler iflah olmaz bir topluluk olmuşuz demektir.
Oysa bu ortamda iman ehli olan herkesin ölümün sıcaklığını ensemizde bu kadar hissedildiği bir süreçte ahirete, mizan’a, hesap gününe hazırlanmamız gerekmez mi? Birbirimize yardımcı olup, birbirimizin kalbini kırmadan, helallik alıp, gönül yaparak bu süreci geçirmemiz gerekmez mi?
Bu ölümcül salgında bile hâlâ, bunun bize uğramayacağını, bize bir şey olmayacağını ve hep başkalarının zarar göreceğini zannetmeye ve şeytanın vesvese ve kandırmalarına inanmaya devam mı edeceğiz? Ömür sermayemizin hızla eridiğini, zamanın geri gelmeyeceğini ve imtihan dünyasında olduğumuzu, yaşadığımız her anın ve yaptığımız her amelin hesabını vereceğimizi unutmadan dünya ve ahiret saadetini elde etmenin anahtarını arayalım. Unutmayalım Dünya ahiretin tarlasıdır, ne ekersek onu biçeceğiz…
“O, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” -Mülk Suresi: 2-
Selam ve dua ile…