Çin’in Vuhan kentinde Aralık 2019 da ortaya çıkan, kısa sürede yayılarak dünyayı tehdit eden ve 10 Mart 2020’den beri ülkemizde görülen korona virüs salgınında sonbaharın gelmesiyle vaka ve ölüm oranları artmaya başladı.
Mayıs ayı ile birlikte vakalarda azalma görülmesiyle birlikte açıklanan normalleşme süreci Haziran ayı itibariyle tedrici olarak uygulanmasıyla toplumun rahatlayacağı düşünüldü. Ancak çoğunluğun kurallara uymaması sonucu salgında başa dönüldü. Yaz aylarında özellikle turizm sektörü düşünülerek tedbirlerde gevşemenin yaşanmasıyla vakalarda artış oldu. Tatilden dönenlerin memleketlerine dönmeleri ve sonbahar mevsiminin gelmesi ile, salgında yeni pik’lerin yaşanmasına yol açtı. Bu durumda yeniden kısıtlama kararları alınmaya başladı. Bazı ülkelerde OHAL kararları alındı.
Korona hayatımızı kökünden etkilerken, temizlik, maske ve (aslı fiziki mesafe olan) sosyal mesafe en çok kullanılan ve gündemimize giren kelimeler oldu.
Bu hastalığın etkisiyle artık herkes birbirinden uzaklaşır oldu. Ziyaretleşme, birbirini sorma, mutluluk ve hüzün günlerinde bir arada olma ve sıla-i rahim gibi inanç ve geleneklerimizden gelen güzelliklerimiz ortadan kalktı. Toplumumuzu ayakta tutan sosyal kurumlarımızın zayıfladığını ve buna dikkat etmemiz gerektiği üzerinde sık sık duruyorken; korona belası bu kurumlarımızı kökünden yıktı.
Maalesef televizyonun ortaya çıkması döneminde sosyal yapımız darbe almaya başladı. Bırakın komşu ve akrabaları, aile fertleri arasında bile sohbet ortamı bırakmadı. Özel TV’ler, internet, mobil iletişim ve cep telefonları ile aile mefhumu neredeyse dağılma noktasına geldi ve ferdiyetçilik başladı. Aynı evde oturan aile fertleri farklı odalara geçip, internet ve sosyal medya ile vakit geçirmeye başladı ve kimsenin kimseden haberi olmamaya başladı.
Bu salgın, sıla-i rahim bağını önemsemeyenler için adeta bir mazeret malzemesine dönüştü ve bunu kullanarak akraba ve yakınları sormamayı kanıksar hale getirdiler. İstanbul’da oturan bir yakınımız ile geçen yıllarda bir taziyemizde konuşurken, “Biz İstanbul’da oturduğumuz için ancak taziyeden taziyeye geliyoruz ve ancak taziye veya düğünlerde akrabalarımızı görebiliyoruz” demişti. Bende, “Hiç üzülme! Bizler aynı şehirde oturan akrabalarda, taziye ve düğünlerde bir araya geliyoruz. Taziye ve düğünler olmazsa birbirimizden haberdar olamıyoruz” demiştim. Maalesef durumumuz buydu. Şimdi bu hastalık ile toplumsal yapımız ve değerlerimiz yerle bir oldu. Bu hastalığın “yapma” olduğu tezini ileri sürenler; virüsü üretenlerin amacının “yeni bir toplum yapısını ortaya çıkarmak ve insanları kontrol altına almak” olduğunu söylüyorlar. Görünen gidişatta öyle görünüyor.
Ortaya çıkan ve toplumsal yapımızı yerle yeksan eden bu korona belasının yarattığı tahribat karşısında aklıma şu Kürtçe söz geldi: “Rez ne tı rez bu, teyrokê jî lê da” Yani: “Üzüm bağımız çok iyiydi de, üstüne birde dolu vurdu” Bu söz şu anki sosyal durumumuzu özetliyor. Toplum olarak yaşlılar ve hastalar başta olmak üzere; akraba, komşu, dost ve yakınlarımızı sorma ve ziyaret etme konusunda zaten hakkını vermiyorduk, bu hastalık ortaya çıkınca bu hasletleri iyice unuttuk. Artık karşılıklı ziyaretler yerine telefon ile sorma ile yetinmek durumunda kaldık. Bunu bile yapmayanlarımız var maalesef. Bırakın uzak akraba ve komşuları sormayı, yakın akrabalarını bile sormayan bir toplum haline dönüştük. Hele hele bir aile ferdi veya akrabası virüse yakalanıp hastaneye düştüğü için sormayan ve kaçan insanları basından okuduğumuzda insanlığımızdan utanır olduk. Ne hale geldik Yâ Rabbi! Kendi anne- babasını bile sormayan ve sahip çıkmayan kişiler hangi yüzle insan içine çıkacak ve ahirette nasıl hesap verecekler? Sanki bu virüs belası olmaz ise ölüm bizleri hiç bulmayacak ve dünyada ebedi kalacağız? Wesselam…