Ölümden sonra yeniden diriliş.
Kur’an-ı Kerim de buyruluyor ki;
“Hiç kuşkusuz ölümden sonra diriltileceksiniz.” (Hûd,11/ 7)
İnsanoğlu dünyada hangi günah ve suçları işlemişse ahirette alacağı karşılık da günahına uygun bir şekilde olacaktır. İnsan yeryüzü tarlasına neyi ekmişse ahirette onu biçecektir.
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür.” (Zilzâl,99/7)
“Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzâl,99/8)
Büyük ilâhi mahkeme!
Herkesin amel defteri açılıp okunacak ve hakkında hak ettiği ilâhi hüküm verilecektir. Kimliğine bakılmaksızın ilâhi mahkeme önünde herkes eşit olacak. Burada görülmeyen hesaplar, mahkeme de, bir büyük mahkeme’de, Mahkeme-i Kübrâ’da görülecektir. Alemlerin Rabbi, sizi o mahkemeye sevk etmek için yeri dirilttiği gibi yine diriltecektir. Dünyada yapılan en küçük hayır veya şerrin bile kaybolmayacağını, ahiret gününde bunların insanlardan hesabının sorulacağını, karşılığının da ödül veya ceza şeklinde verilecektir.
Mahkeme-i Kübrâ’da ! İlâhi adalet!
Zalimlerle hesaplaşmak için randevumuz var.
Dünyayı cehenneme çeviren Firavunlar, Karunlar, haydutlar, ürettikleri korku, kaos, ekonomik kriz, işkence, suikast, katliam, işgal ve sömürüyle dünya kaynaklarının tümünün üstüne çökmek için her
türlü haksızlığı masumlara ve çaresizlere reva görenlerle buluşma vakti.
Emperyal amaçları için devletleri haraca kesen, bütün yeryüzünü savaş, işgal ve göçe gark ederek, kan ve gözyaşına boğanlarla hesaplaşma günü.
Her gün binlerce insanı, genç, yaşlı, kadın, erkek ve çocuk demeden teknolojik ölüm kusan silahlarını bunların üzerinde deneyerek katledenlerle intikam alma günü.
Ülkelerde, kentlerde, kasabalarda ve köylerde taş üstünde taş bırakmayarak milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarcasının sakat ve çaresizlik içerisinde kalmasına, yerlerinden yurtlarından göçmesine sebep olanlara hesap sorma günü.
İnsanlık tarihi boyunca sahneye çıkan tüm zalimlerin cezalandırılmaları Allah’ın bir kanunudur. Âşıklar sabırla beklemez mi o günü. Mazlumlar, suskunlar, ezilmişler, yerlerinden yurtlarından edinenler İlâhi mahkemede konuşacakları günü özlemez mi?
Zalimlerin hükümdar olduğu, delaletin itibar gördüğü ve zilletin saltanat sürdüğü bir yerden, terazinin çok hassas olduğu bir beldeye yolculuktur ölüm.
Kimsenin kimseye zerre kadar zulüm ve haksızlık yapamayacağı adaletin merkezine bir yolculuğu kim istemez ki?
Zalim değilsen, zulmetmiyorsan, dünya kaygısı taşımıyorsan Rabbinle yan yana, huzurlu ve adil bir yaşama kavuşmak istiyorsan, kim nasıl istemez ölümü?
Çünkü İslâm inancında kaçınılmaz olan ölüm, bir yok oluş değil, ruhun bedenden ayrılışı, yeni bir hayatın başlangıcıdır.
Allah ve ahiret inancına sahip İslâm, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinde farklılıklar olmakla birlikte, esas ölüm korkusunun kaynağı ölümden sonraki ahiret hayatına duyulan kaygıdan kaynaklanmaktadır.
Kültürümüz ve şiirlerimizde de ölüm konusu eskimeyen ve önemli bir temadır.
İnançlı şairlerimizde ölümün aslında korkulacak bir şey olmadığını, aksine yaşanması gereken güzel bir hadise olduğunu dile getirirler.
Bunlardan Erdem Bayazıt ölüm hakkındaki düşüncelerini şu mısralarla dile getirmiştir.
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Şairlerin Sultanı Necip Fazıl Kısakürek de ölüm hakkındaki düşüncelerini şu beyitle dillendirir:
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber.
İnsanlar için en güzel nasihat olan ölüm, aynı zamanda insana verilen en büyük bir lütuftur.
Ölümü hatırlamak, ona göre azığımızı doldurmak, korkuyu korkutmak, ölümü içimizde öldürmek ve bunu içselleştirerek beklemek her Müslümanın yapması gereken bir olaydır.