Köyde bir gün birkaç arkadaşla yatsı namazını kılmak için camiye gidiyorduk. Fırtınalı ve kara bulutlu bir hava vardı. Öyle ki birbirimize sesimizi ulaştırmada da zorlanıyorduk. Konuştuğumuzda, birbirimizi duymak için yüksek sesle konuşmak zorundaydık. Ellerimizi ceplerimize koymadan yürüsek muhtemelen rüzgâr montlarımızı bizden alacaktı. İçimizden biri şöyle dedi: “Camiye gidip namazımızı kıldıktan sonra aha buraya geldiğimizde, şu fırtınadan eser kalmayacak, bulutlar dağılacak ve sizler şu noktada yıldızları seyredeceksiniz.”…
Bizimkisi meteorolog değildi. Hava tahmini yapacak ölçüm ve gözlem araçları da yoktu. Ama belli ki atmosferin ve havanın kokusunu iyi alıyordu… Namazımızı kılıp fırtınanın bizi yürütmediği noktaya geldiğimizde, arkadaşımızın dediği gibi havanın açılmış olduğunu, bulutların dağıldığını gördük. Bizimkisi haklı gururun tadını çıkarıyordu: “Yıldızları seyredin” diyordu gülümseyerek… 20 dakika önceki fırtınadan eser yoktu…
Türkiye’deki hızlı gündem değişiklikleri bana o günü hatırlattı.
Geçen 1-2 hafta içerisinde Türkiye’de dört gündem fırtınası esti. Her bir fırtına kısa sürede biz namaz kılıp gelene kadar dindi. Daha birkaç gün önce Dünya Anadil Gününü konuşuyorduk. O kadar çok twit attık, o kadar çok yazı yazdık, yorum yaptık ki bir anda anadilde eğitim görebileceğimiz zehabına kapıldık. Anadilde eğitim fırtınası esiyordu… Namazlarımızı kılıp geldikten sonra bir de baktık ki ortada anadilde eğitim fırtınasından eser yok. Hava açılmış, bulutlar dağılmış, herkes işinde gücünde…
Türkiye’de gündem tiyatronun sahneleri, perdeleri gibi kısa sürede değişiyor. Haftalık yazı yazanlar gündeme ilişkin yazılarını birkaç gün öncesinden yazarsa yazılarının yayınlandığı gün değerini yitirebiliyor. Gündem çok hızlı değişiyor, her gündem konusu bir önceki konuyu unutturuyor.
Gündemin peşinden koşanlar yorulur, hiçbir gündeme de katkısı olmaz. En iyisi kendi gündemimizde kalmak ama bunu başarabilen çok küçük bir azınlık var.
Peşlerinden koştuğumuz veya sürüklendiğimiz gündemlerin çoğu sunidir ve asıl gündemlerimizi perdeleme karakterleri ve kötü huyları vardır. Asıl sorunlarımız yani asli gündemimiz, bu suni gündemler arasında kaynayıp buharlaşarak uçmaktadır. Belki de suni diye nitelendirdiğimiz bu gündemlerin peşinden koşmaz ve kendi gündem maddemize odaklanırsak kafamız rahat edecektir. Kafamızın bozulmasının, stresimizin artmasının temel nedenlerinden bir tanesi de şu suni gündemlerin kuyruğuna takılmamızdır.
Günlerce Gara operasyonunu, rehine kurtarma operasyonunu konuşacağımızı düşünmüştük. Hangi haber kanalını açsaydınız bu konuyla karşılaşırdınız. Gara operasyonunu ne çabuk unuttuk değil mi? Hepimiz Alzheimer olmuşuz haberimiz yok.
Gündem bazen hız limitini aşıyor, aldığınız günlük gazeteler eskiyebiliyor.
Sahi şu Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Melih Bulu meselesi ne oldu? Gündem resmen baş döndürücü…
Bakalım gelecek hafta hangi konuyu konuşuyor olacağız? Bu hafta, her yıl bugün olduğu gibi kadınları konuştuk.
Gündem değişiyor mu yoksa değiştiriliyor mu? Sorusunu da akla gelmiyor değil…
Ülkenin belli başlı gündem maddeleri var; belli bir takvimleri var günü ve zamanı geldiğinde onları konuşuyoruz. Gündem başlıklarımız değişiyor. Bir tanesini halletmeden diğerine geçiyoruz. Bundan olacaktır ki, yıllardır hep aynı sorunları yaşıyoruz. Ülke düzlüğe çıkmıyor. Dünya yuvarlak olduğu için de her zaman başa dönüyoruz. Erken seçim, geçim, genel af, zamlar, enflasyon, deflasyon, sebze-meyve fiyatları, yağ fiyatı, İstanbul sözleşmesi, yargı bağımsızlığı, anadilde eğitim, ifade özgürlüğü…
İyisi mi gündemi çobanaldatana benzetip bitirelim. Çünkü bu gündeme kendimizi kaptırarak, suni-sentetik gündemin peşinden koşarak kendi gündemimizi, bize emanet edilenleri ihmâl ediyor, unutuyoruz.
Kendi gündemlerine yani kendi derslerine çalışanlar hep kazanırlar.