İstanbul Sözleşmesi'ne, aileye verdiği tahribat nedeniyle ciddi eleştiriler yapıldı, konuşuldu. İptal edilmesi yönünde yazılar yazıldı, basın açıklamaları yapıldı, demeçler verildi, konferanslar düzenlendi. Ve nihayetinde, İstanbul Sözleşmesi, Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedildi, hamd olsun. İman ve vicdan ehli herkes bu karara sevinmiştir.
Ülkenin bağrından zehirli bir hançer çıkarıldı. Maddi ve manevi çok sayıda mağduriyetler yaşatan, aile kurumuna ciddi anlamda zarar veren sözleşmeden çekilmek olumlu bir adımdır. Rabbim, yakın bir vakitte tahribatı görecek basiret vererek yaralarını sarmayı da nasip eylesin.
Sözde, aile İçi şiddetin önlenmesi için imzalanan batı menşeli sözleşme maalesef yaşatmadı, aksine cinayet ve mağduriyetleri daha da artırdı.
Malum sözleşme yürürlüğe girdiği günden bu güne, her gelen yıl önceki yıldan daha fazla kadın cinayetlerine şahit olduk. Buna rağmen bazı feminist yapılar ve kurumlar İstanbul sözleşmesi uygulanmadığı için bu enkaza sebep oldu diyorlar.
Peki, varsayalım ki öyle olsun. İstanbul Sözleşmesinin en çok uygulandığı ülkeler, kuşkusuz ki, Batı Avrupa ülkeleridir. İnternette herkesin rahatça ulaşabildiği verilere bakıldığında bu ülkelerde kadına yönelik şiddet, saldırı, istismar ve taciz vakaların çok olduğu görülecektir. Ancak bu gerçek basın ve yayınlardaki analizci ve köşe yazarlarıyla, sosyal medyadaki paralı işbirlikçi ve batı hayranlarıyla kasıtlı bir şekilde gözlerden kaçırılıyor. Kadına şiddeti önlemek söylemleri bir reklam, bir fragmandı. Asıl konu eşcinselliği meşrulaştırmak ve ailenin temeline dinamit koymak içindi.
Mesele şiddet olayı olsaydı, şiddete götüren birinci etken olan alkol için de yasalar hazırlar, uygulamalar kurarlardı. Gerek ülkemizde gerek de dışarda olan şiddetlerin baş aktörü, felaketlerin başlangıcı tartışmasız alkoldür. Alkol demek, cinayet demek, kadına şiddet demek, vahşet demektir. Fes edilen sözleşmenin yaşatacağına inananlar eğer samimi olsalardı, her kötülüğün anası konumunda olan alkol felaketine de karşı çıkacaklardı.
İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti önlemek için değildi. Farklı emeller için uygulamaya konulan bir projeydi. Bunu getirip İslam toplumunda yürürlüğe koyma sinsiliğinde, cüretinde bulundular. Oysa ki, şiddetin bizim inancımızda da kültürümüz de yeri yoktur. Kadına veya başka bireye şiddetin önlenmesi için çareyi dışarılarda aramaya, başkalarını taklit etmeye gerek yoktur. Çözüm bizatihi gelenek ve göreneklerimizde, özümüzde mevcuttur. Ve geleneklerimizin çoğu da İslam’dan beslenmiş, İslam’ın ta kendisidir.
İslam’ın tartışmasız kaynağı Kur-an’ı Kerim’in emirlerinde, Allah’ın yapmamızı istediği en ufağından en büyüğüne, insanın ve toplumun faydası içindir. En ufağından en büyüğüne de yasaklamış olduğu da toplumu zarardan korumak içindir. İslam insana sadece ahirette değil dünyada da saadet vadeder.
Kadınları, Allah’ın emaneti gören bir dine, kadın düşmanlığı ithamında bulunmak, masa başı hazırlanan bir dosyanın içeriğini okumaktan başka bir şey değildir. Hiç bir canlıya işkenceyi reva görmeyen, “bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir” ilahi mesaja mazhar olmuş bireylerden savunmasız bir insana şiddet uygulaması beklenemez. Kaldı ki kadınlar Allah’ın emanetidir. Altını çizerek söylüyorum, herhangi birinin emaneti denilmiyor, Allah’ın emanetidir deniliyor. Allah’ın emanetine hıyanet edenin cezası hiç hafif olur mu?
Kadın; anadır, eştir, kardeştir. Kadın, aile mefhumunun baş aktörü, lokomotifidir. Kadın, ailenin gözbebeği, belkemiğidir. Aile diye tabir etmiş olduğumuz değerimiz, Medeniyetimizdir. Aile hepimiz için satın alınamayacak bir değerimizdir. Aile, Hz. Adem’den kalma mirasımız, Kültürümüzdür. Aile, canımız, vicdanımız, değerimizdir. En büyük nimetimiz olan aileye sahip çıkmak vazifemizdir. Vazifesini unutmayan, farkında olan bir toplumun ihyası yakın olur. Aksine başkasına özenip, başkalaşan milletlerin geleceği ise imar olmadan imha olmuştur, olacaktır.
Değerlerimize sahip çıkmak duasıyla hayırla kalın...