İkinci olarak PKK’yi ele alacağım. Ama ne istiyor PKK.
Türkiye partisi olma yoluna giren ve 80 milletvekilini meclise gönderme başarısı gösteren HDP, seçimin hemen akabinde ne oldu da sırtını halka değil de PYD’ye, PKK’ye yaslama ihtiyacı hissetti?
Zaten devlet tarafından göz yumulan yerel mahkemeleri, vergi adında haraç işlemleri yapılmıyor muydu?
YDG-H adlı silahlı bir asayiş birimini şehir merkezlerinde kendilerine hizmet etmek için konuşlandırmamışlar mıydı?
Kürdistan bölgesinin belediyeleri hemen hemen tamamı ellerinde değil miydi?
Saydığımız örnekler daha da çoğaltılabilir ama meramımı bunlarla anlatmaya çalışacağım. Bu belirttiğimiz misaller zaten olan bir özerkliği ilan etmiyor mu? Ya da bunları elinde bulunduran bir yapı neden özerkliğe ihtiyaç duyar ki? Zaten elindedir.
PKK için çözüm süreci adında istediğini devlete yaptırabilme gibi bir kozu vardı ve yapıyordu da. HDP’de istenilenin üzerinde milletvekillerine sahip olmuş mecliste 3. parti dahi olmuştu. Yani HDPKK ve türevleri için her şey dört dörtlük rayında ilerlerken ne oldu da bir anda PKK’nin üst yapılanması olan KCK tarafından ateşkesin bittiği ilan edildi. Ne oldu da komşu ülkelerden ders çıkarılmadan, halklarının hayatlarını hiçe sayarak ateş ortasına atıp kaosu ülkeye yaymaya çalıştılar?
Bence kocaman bir hiçten ibaret daha da öteye gitmez.
Üçüncü muhatabımız da halk idi. Halk niye ders çıkarmadı geçmişten? En büyük sıkıntıya maruz kalan, kaosa hiç gelemeyecek olan esnaf ve çalışanlardan oluşan halk kitlesi niye ses çıkar(a)madı?
Ülke geneli böyle devam ederse batacağız söylemlerini sadece evlerinde dillendirerek bir yerlere varabileceklerini mi düşünüyorlar?
İsmi ne olursa olsun çocuklarımızın ölümlerine sebep olan yapılara hala destek mi olacağız?
Bizlerin de göz göre göre mülteci konumuna sokacak olan bu iç çatışmaya izzetlice karşı koyup tepki mi vereceğiz? Yoksa mülteci konumuna gelip çocuklarımızın Aylan Kurdi gibi sahillere vurmasını mı bekleyeceğiz?
Eminim ki hiç birimiz saydığım ya da saymadığım olumsuzlukların yaşanmasını istemez. Düşünülmesi bile insana huzursuzluk veriyor. Sıkıntılara koyuyor.
Onun için biz halka çok ama çok görev düşüyor. Birinci önceliğimiz aklıselim ile düşüneceğiz. Düşünemeyenleri uyarıp düşünmelerini sağlayacağız. STK ve siyasilere çağrıda bulunup fikir üreteceğiz. Hz. Peygamberin Veda Haccında bizlere hitabını can kulağıyla dinleyip pratiğe geçireceğiz.
‘…Ey müminler! Sözümü iyi dinleyiniz! Ve iyi anlayınız! Muhakkak ki! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise topraktandır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde üstünlüğü yoktur. Şeref ve üstünlük ancak faziletledir. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Eşit hakka sahiptir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir şeye bir hakka tecavüz etmek gönül rızası olmadıkça başkası için helal olmaz. Haksızlık yapmayın, haksızlığa da boyun eğmeyin. Başkalarının haklarını gasp etmeyin. Sakın benden sonra kâfirlerin yaptığı gibi birbiriniz ile boğuşmayın… Arabın Arap olmayan üzerinde bir üstünlüğü olmadığı gibi siyah tenlinin kırmızı üzerine, kırmızı tenlininde siyah üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.’ Şiarıyla Türk’üyle, Kürd’üyle ırkçılık damarlarımızı söküp atarak ümmetçi anlayışa önem vereceğiz.
Kardeşliğe yara bulaştırmadan can havliyle kardeşliğe sarılacağımız günlerde buluşmak dileğiyle…