Sık sık tekrarladığımız ve şikâyetçi olduğumuz bir durumumuz var; Kur’an’dan uzak düşmüşüz deriz, Kur’an’dan bihaberiz deriz, Kur’an’ın ilk emri oku ama biz, bize okumayı emreden amiri yani Kur’an’ı da okumuyoruz deriz, Arapçasını anlamını anlamadan okumak yanlış, meal okumak gerekir deriz ama mealini de okumayız…
İslamiyet’in ilk yıllarında Kur’an’ın bir fonksiyonu vardı deriz, evde özel bir yere ayırdığımız Kur’an, artık normal kitaplığımızda kırtasiyeden aldığımız bir kitabın yanında kendisine yer edinmiş deriz…
Kur’an anayasamızdır deriz, başka anayasaları baş göz ederiz. Kur’an’ın aşkımız olduğunu belirtmek sadedinde Kur’an ile ilgili türküler şarkılar söyleriz, ilahiler söyleriz, şiirler yazarız… Ama aşkımıza dokunmayız…
Kur’an başucu kitabımız olmalı deriz ama kendisine uçtan uca şifrelenmiş muamelesi yaparız.
“Sizin en hayırlınız Kur’an öğrenen ve öğretendir” hadisini okuruz ama en hayırlı, en iyilerden olmak için bir adım atmayız…
Kur’an’ın yüz ayetinden fazlası bizi düşünmeye, sorgulamaya davet eder deriz ama düşünmeyiz ve sorgulamayız…
Kısacası Kur’an ile haşir neşir değiliz…
Bitlis Cezaevinde iken koğuşumuza birisini verdiler. Cezaevinde on yılını doldurmuştu. Fizik öğretmeniydi. Kur’an okumasını bilmiyordu. Ona neden Kur’an okumayı öğrenmediğini sormuştum. Çok zordur, demişti. Ona “Sana bir ay içinde Kur’an okumayı öğretirsem okur musun?” diye sordum. Şaşırmıştı; “Bir ay mı!?” süreyi indirdim. “Hayır, on beş gün” şaşkınlığına biraz tebessüm kattı bu sefer; “On beş gün mü?” süreyi bir kez daha yarı yarıya indirdim; “Hayır, bir hafta içinde sana Kur’an okumayı öğretme garantisi veriyorum” dedim. Kendisiyle eğlendiğimi düşündü. Kendisini sohbetin akışına bıraktı; “Bir hafta mı?” ciddileşerek; “Eğer benim söylediklerimi yaparsan sana üç günde Kur’an okumayı öğretebilirim” dedim. O da ciddileşti; “Öğretirsen okurum” dedi.
Sonra ona ne dedim biliyor musunuz? “Sana üç saat içinde Kur’an öğretme garantisi veriyorum. Üç saat içinde Kur’an okumayı öğreneceksin” deyince düşük volümlü, üç dalgalı bir kahkaha attı. Yazı diliyle bu şöyle yazılır ha ha ha…
Şu modern elifbalardan bir tane aldık. Harfleri bir çırpıda öğrendi. Bitiştirildiğinde hangi sesleri hangi şekilde verdiğini de basit bir şekilde anlattım. Artık bir saat içerisinde modern elifbadaki احد , خالق , تبّت, هاوية gibi kelimeleri rahatlıkla okuyabiliyordu. Ona “Senin şu anda okuduğun kelimeler Kur’an’dan parçalardır ve sen şuanda Kur’an okumaktasın” dediğimde şaşırmıştı. Böyle kısa bir zamanda nasıl öğrendiğine o da bir anlam verememiş, şaşırmıştı; “Böylesi kısa bir zamanda nasıl öğrenebildim?” diye sorduğunda ona şöyle demiştim; “Sen yıllarca fizik öğretmenliği yapmışsın. Kur’an okumak hiçbir fizik formülü, bir fizik problemi kadar zor değildir. Buna dayanarak süreyi üç saate kadar indirdim” demiştim…
O kişi kendisine hemen bir Kur’an aldı. Ve Kur’an’a susamışçasına saatlerce okuyordu. Gazetemiz yazarlarından Sezgin Özbay bir yazısında ruhların Arapça bildiğini söylemişti… O zaman şöyle diyebiliriz. Ruhu saatlerce Kur’an okuyordu. Hızı da fena değildi…
Değerli kardeşlerim!
1986 yılında gazeteciler Şimon Perez’e; “İsrail’i kurdunuz ama Kur’an devletinizin yıkılacağını haber veriyor. Ne dersiniz?” diye sorduklarında Yahudice cevap vermişti; “Bizim devletimizi yıkacak Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin o zaman düşünürüz”…
Sanırım son savaşta Şimon’un söylediklerini bizim hatırlamamız gibi Siyonistler de hatırlamış ve yine Şimon’un dediği gibi düşünme zamanında olduklarını anlamışlardır.
Değerli okuyucularım! Bu yazıya “Evlilik” diye bir başlık attım. Evlilik ile ilgili bir yazı yazmak düşüncesindeydim. Klavyem konuyu döndürdü dolaştırdı Filistin’e getirdi. Böylece bana ayrılan kelime hakkımı da kullanmış oldum. Köşem doldu anlayacağınız…
Evlilik konusu güme gitti…