Siyasi iktidar, kendi kuruluş değerlerini, ilkelerini ve ideallerini yiye yiye tüketiyor. Güya İslam dünyasına muhafazakâr ve mütedeyyin bir ülke olarak, örnek bir model olacaktı. Milyonlar bu idealler ve hedefler uğruna yıllarca gece gündüz çalıştı. Kapı kapı dolaştı, propagandasını yaptı. Dişinden tırnağından arttırdıklarını bu ideallere düşünmeden, tereddüt etmeden verdi. Adil ve manevi diriliş hedefleri ve söylemleriyle beslendi. Ahlaki temele dayalı bir sosyal toplum hayaliyle yaşadı.
Toplumumuzda ağır yaralar alan ve kaybolan adalet bulunup tedavi edilecekti. Hukukun üstünlüğü yeniden güç kazanacaktı. İslâm’ın ahlaki değerleri en üst seviyede yaşatılacaktı.
İstişare mekanizmasına işlerlik kazandırılacaktı. Eleştiri kültürü mümkün olduğunca rahat bırakılacaktı. Bölgecilik, kayırmalar, çıkar ilişkileri, yalanlar ve liyakatsizlikler tarihin derinliklerine gömülecekti.
Faize dayalı ekonomiye son verilecek, kumar ve alkol ekonomisi geri plana itilecek, sanayide yerli ve milli ekonomiye geçilecekti.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik en iyi bir şekilde uygulanacaktı.
Bir müddet sonra güç zehirlenmesi yaşanmaya başlandı.
Heyhat, heyhat!
İktidar kendi değerlerini yavaş yavaş öğütmeye başladı. Şaft kırıldı, zemin iyice kaydı. Sanki bir meteor çarpmış gibi oldu. Her şey tam tersine döndü.
Zenginleşme ve makamın getirdiği imkânlar, belirli çevredeki lüks yaşamı ve israfı en ileri safhaya taşıdı.
İstişare ve eleştiri kültürü yok edildi. Kibir, Kaf Dağı’nda derebeyi oldu. Kimse dinlenmiyor, gerçekler konuşulmuyor. Hata üstüne hatalar yapılıyor ama ders alınmıyor. Şeffaflık ve hesap verebilirlik rafa kaldırıldı.
Hukuk mu dediniz? O kitaplarda kaldı. İslami söylemlerle iktidara gelenlerin güçlülerin kendi kanunlarını nasıl oluşturduklarına şahit olduk.
Bölgecilik, yalanlar, kayırmalar ve çıkar ilişkileri ön plana geçti. Liyakatsizlik ve ehliyetsizlik geçerli akçe oldu. Amerika’yı yeniden keşfetmek için ekonominin kuralları allak bullak edildi. Ülke hızlı bir şekilde fakirleştirildi. 2013 yılına kadar iyi bir ekonomik kadroyla yakalanan 951 milyar dolarlık milli gelir 7 senede 710 milyar dolara geriledi. Asgari ücret açlık sınırında kaldı. Bu asgari ücretten bile işleri olanlar şanslı sayılıyorlar.
İktidara payandalık yapması için milletin milyon dolarları medyanın el değiştirmesine harcandı. Vatandaş tek taraflı propagandanın kuşatması altında bırakıldı. Belirli şirketlere ihaleler en yüksek değerlerden verildi. Çarkı döndürmek için dünyanın en yüksek faizleriyle Londra bankerlerinden borç alınıyor. Ülke gırtlağına kadar borca ve faize boğuldu. Gelir dağılımı adaletsizliği zirve yaptı.
Oluşturulan sürekli gerginlik ortamı ve kurumların gerçek dışı duyuruları, vatandaşın kurumlara ve devlete güvenini sarstı.
Lider tanrılaştırıldı. Din ticarileşti. Dini duygular sömürüleştirildi, maddi menfaatlere ve çıkarlara tahvil edildi.
En fazla yozlaşma nerede yaşandı biliyor musunuz?
İktidara gelmeden önce en fazla değer verdikleri ahlakta ve yolsuzluklarda. Düşmanların yapamadıklarını maalesef bunlar yaptı. Zina yasaklanmadı. Kumar ve alkol üretimi ve ticareti özelleştirildi. Yaygınlaştırılması için kapılar sonuna kadar açıldı.
12 Haziran 2021 tarihinde Prof. Dr. Sefa Saygılı Akit gazetesinde ki köşesinde bu yozlaşmayı dile getirdi. Bir bölümünü aynen alıyorum.
“Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 2005 tarihinde Türkiye’de hükümlü/tutuklu sayısı 50 bin civarında iken 2020’de 300 bin sayısına ulaşmıştır. Cezaevlerinde doluluk oranı %120’yi aşmıştır. Yeni yapılanlarla birlikte 355 cezaevi, akın akın gönderilen tutuklulara ve hükümlülere yetmemektedir. Sadece son 10 yılda 141 yeni cezaevi yapılmıştır. Bu yıl da 2 yeni cezaevi yapılması için 2,2 milyar lira ödenek ayrılmıştır. Türkiye’deki hükümlü ve tutuklu sayısı, nüfusa oran itibariyle Avrupa ülkelerindeki hükümlü ve tutuklu sayısının 3 katını geçmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu verileri, son 10 yılda suç patlamasının yaşandığını göstermektedir. Hırsızlık 7 kat, kaçakçılık 9 kat, cinayet 6 kat, cinsel suçlar 10 kat, uyuşturucudan hapis cezası alanların sayısı 11 kat, yağma 11 kat, trafik suçları 15 kat artış göstermiştir. Cezaevine giren insan sayısı da 3,8 kat artmıştır. Bu veriler toplumun bozulduğunu ve çürüdüğünü gözler önüne sermektedir. 2009 yılında cinayet suçu sayısı 1.514 iken bu sayı 6 kat artarak 9 bin 574’e, yaralama ise 4,5 kat artarak 34 bin 987’ye çıkmıştır.”
Sanki İktidar, önceki söylemlerinin tam tersini yapması için gizli bir ajanda yapmış. Sanki bunların tam tersi yapılması için uzun yıllardır planlı ön hazırlıklar ve çalışmalar yapılmış gibi. İnsan bazen gördüklerine ve duyduklarına inanası gelmiyor.
Son aylarda suç örgütü üyesi (lideri değil) Sedat Peker’in yalanlanmayan, siyasetçi, bürokrat, işadamı, medya ve mafya çıkar ilişki iddiaları ve yalanlanamayan iddialar karşısında yetkililerin sessizliği toplumsal çürümenin geldiği noktayı çok net bir şekilde göstermektedir.
Milletin büyük bir özlemle beklediği, savcıların başlatması gereken temiz eller operasyonunu başlatmaması ve vatandaşın bu görevi durumdan vazife çıkararak Sedat Peker’den beklenti içerisine girmesi ülkemizin acı gerçeği.
Para ve makam karşısında değerlerin nasıl damla damla eritildiğine ve toplumun nasıl yozlaştırıldığına adım adım şahit oluyoruz.
İşin olumsuz bir yanı da iktidara sorgusuz ve sualsiz biat eden önemli bir kitlenin bundan rahatsızlık duymamalarıydı.
VE EN ACISI DA NEDİR? BİLİYOR MUSUNUZ? GENÇ NESLİ VE BİR KISIM İNSANLARI İSLÂM DİNİNDEN İYİCE SOĞUTMALARIYDI. YAZIK, HEM DE ÇOK YAZIK.
İlâhi, Ya Rabbi! Bize hakkı hak, batılı batıl göster. Âmîn.