Geçen gün bir arkadaşımla konuşurken, konuşmanın bizleri götürdüğü yerde bir tespit ortada oluşuverdi. Ve SüphanAllah dedim, bu tespiti oluşturan kelimeler ne kadar da yerinde bir cümle oluşturdu dedim. Onun etkisinde kalmış olmalıyım ki o güzellikleri sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim.
Arkadaşla konuşmamız; İlayi Kelimetullah için yapılan işlerdeki gevşekliğimiz ile dünyevi uğraşlar içerisindeki meşgalemizin zıt istikamette yol aldığı gerçeğiydi.
Esnaflar; çocuklarının çok iyi bir esnaf olması için çabalar durur, ellerinden gelen tüm gayretleri gösterirler...
Öğretmenler; çocukları için en iyi hocayı tutar, en iyi bölüm ile beraber en iyi üniversitede okuması için ortamı çalışmaya müsait eder...
Tüccarlar; ticaretin püf noktalarını çekirdekten yetişme çocuklarına uzun uzadıya anlatır dururlar...
Bu örnekler çoğaltılabilir ama sizleri fazla sıkmadan asıl meseleme gelmeye çalışayım.
Bizlerin en büyük sıkıntısı (Bende öyle olduğu için rahat söylüyorum) evlatlarımız için dünyevi uğraşlar da yoğun çaba sarf ederken, uhrevi çalışmalarda bulunmasını sadece istiyoruz.
Arada çok büyük bir fark var. Birisi için uğraşmak, mesafe katetmeye çalışmak, diğerinde ise hiç bir şey yapmadan sadece istemek.
Kimse kusura bakmasın, bu isteğimiz Gayretullaha terstir. Hiç kimse şahit olmamıştır ki, birisi sadece istediği için ağaç kesilip, güzelce işlendikten sonra çivilerle adeta dans ederek masa oluşuverdiğini...!
Ya da hiç gördünüz mü? Birisi anlattı geçen, sahibi istediği için; bir tuğla yığınının yanından geçtim baktım kum ile çimento bir olmuş, tuğlaları üst üste koyarak bir bina oluşturmaya çalışıyorlardı!
Sizi tenzih ederim ki sadece istemek ile oluşabilecek işler değil bunlar. Elbette ki uhrevi işlerin yapılmasını istemek, herkeste olmayan çok nezih bir duygudur, kimse bunu inkar edemez. Ama başlı başına sadece istemek dünyevi işlerde işe yaramadığı gibi uhrevi işlerde de sadece zaman kaybıdır. Zira aklı başında biri için gülünç halden başka bir şey de değildir.
Benliğimizde oluşup fıtrata ters olan algıları tek tek ama bir daha almamak üzere yere atıp üstünü toprak ile örtmeliyiz.
Çocuk yaştayken, “ben daha küçüğüm, abilerim el atsın...” Gençliğe adım atarken üstümüze düşecek görevleri yapmadan kaçarak, “bunu olgun abiler yapsa daha çok verim alırız” ucuzluğuna kaçamak yapmayı adet haline getirmek. Olgun olunca da “gençler ne işe yarıyor, onlar neden yapmıyor” atarı yapıp tepeden bakmak... Yaşlanınca da, “bu yaştan sonra ben mi yapayım” deyip gençlere öncü ya da idol olma yolundan cayıp, yan çizmek...
Sen ey bu yazıyı okuyan kardeşim ya da abim! İnşallah sen bu saydığım dört sınıf içerisindekilerden değilsindir. Çünkü “İnsan bedel ödediği kadar yaptığı işi sahiplenmiştir-sahiplenecektir.”
Önümüze dünyevi uğraşlar koyan, geçim sıkıntılarını sık sık hatırlatanlar, dostlarımız değillerdir. Onlar hakiki manada Allah’a teslim olmadıkları için herkesi kendileri gibi görüyorlar. Oysa, Aliya İzzetbegoviç’in de dediği gibi bilmeliyiz ki, “Düşmanlarımız bizim öğretmenlerimiz olamaz…” onlara değil ehemmiyet, hiç bir şekilde pirim vermemeliyiz.
Allah yolunda çalışmak, koşuşturmak her yaştakilere farz olduğu gibi cinsiyet ayırt etmeksizin kadın ve erkeklere de farzdır. Bu bilinçten hiç bir zaman ayrılmayalım.
Hangi yaştan olursak olalım, hakkaniyet peşinden koşanlardan olmak duasıyla, hayırla kalın.