TDK: Yobaz, bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse).
Yobazlık ise; yobaz olma durumu, yobazca davranış.
Yobazlığın temelini taassup duygusu oluşturur. Bu da kişinin sevdiği ve nefret ettiği şeylerde aşırılığa kaçması ve kendi bildiklerini tartışmasız doğru, başkalarınınkini de tartışmasız yanlış kabul etmesinden kaynaklanır. Cehalet ve bencillikten beslenen bu duygunun İslam’la hiçbir ilgisi yoktur.
Yobazlık sadece dinde olmaz. Her mesleğin, her ideolojinin yobazı olur. Meselâ devrim yobazı, evrim yobazı, siyaset yobazı, laiklik yobazı gibi çeşitli yobazlar vardır.
Dini bilgisi yetersiz olan dindarların/cemaatlerin, şeyhleri, önderleri öyle istiyor diye, İslâm’a ters düşse bile, imtiyazlarını ve ekonomik çıkarlarını savunması, dini ve imanı savunması gibi sunmaları yobazlıktır.
İslâm'ı yeterince bilmediği, tanımadığı halde ona karşı çıkan, sözde aydınların da yobazlıkları vardır. Bunlar bilmediklerini de bilmezler.
Toparlayacak olursak yobaz, bütün gerçekler kendisine gösterildiği hâlde, kabul etmeyen, kendi hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden kaba, cahil kimse demektir.
Yobazların en zararlısı, bir takım menfaatler elde etmek için yabancı ideolojilerin ve onların yaşam tarzlarının propagandalarını yaparak, milletin imanını, ahlâkını bozan, satılmış, din ve siyaset yobazlarıdır.
Aslında batının başka milletlere ve medeniyetlere, yönetim şeklini (demokrasi), ekonomik sistemini (kapitalizm), kültür modelini ve yaşam tarzını da zorla kabul ettirmeye çalışması yobazlığın en tipik ve çarpıcı örneğini teşkil etmektedir. Batılılar basın ve yayın organlarının şartlandırması/algı oluşturmasıyla, yobazlıkla İslam’ı özdeşleştirirler.
Emperyalist, sömürgeci batılıların kullandığı esas argüman, hedefledikleri ülkelerin aydınlarının, sözde din alimlerinin, liderlerinin siyasetçilerinin ve kanaat önderlerinin zihin yapılarını ele geçirmek. Bunları kullanarak, demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemleriyle kendi öz kültür ve inançlarını reddettirmek. Batının modernizeye dayandığını iddia ettiği bu çizgi doğrultusunda yaptığı baskı ve algı operasyonları batının yobazlığıdır.
Küresel çetelerin sömürü düzenleri, sömürgeleştirilmeye yatkın aydın dediğimiz bu zihniyetlerin üzerine bina edilmektedir. Bizler bu tür aydınlara ‘sömürge aydınları’ diyoruz. Toplumun önünde giden bu insanların yönlendirilmesi demek, toplumların sömürüye hazır hale getirilmesi demektir.
Tipik bir yobazlık türü de, bir milletin, kendisine saldıran ve kendisini yok etmek isteyen değerlere karşı savaşıp, sonra da kurtuluşu o değerlere (Avrupa Birliği) sığınmakta araması, onu hedeflemesi, onunla bütünleşmeyi arzulamasıdır.
Her türlü yobazlığın temel sebebi, toplumların kimliğine, dinine ve kültürüne karşı uygulanan baskılar, dayatmalar, tahribatlar ve zulümlerdir.
Gelelim siyaset yobazlığına; Siyasi iktidarlar, genellikle kendi hükümranlıklarını sürdürmek pahasına Batılılarla ve Batı ideolojileriyle anlaşmalar yapmakta bir beis görmezler. İslâmi söylemleri sık kullanan bir lider, açıkça Kur’an’a ters düşen eylemleri olsa bile ona itaat etmek İslam’a itaat olarak algılanmaktadır. Bu da yobazlığın çarpıcı başka bir örneğidir.
Bunlara benzer grupların birçoğu, toplantılarına ve törenlerine Kur’an’ı kerim okuyarak başlarlar. Fakat onlar Kur’an’ı anlamak ve yaşamak için değil de, toplantılarda ve törenlerde bir ritüel/motif olsun diye okurlar.
Medeniyetin önemli bir ölçüsü, toplumların liderlerini ve kurumlarını eleştirebilmesi ve sorgulayabilmesidir. Dolayısıyla eleştiri kültürüne sahip olmak, medenî ve sivil toplumların bir özelliğidir. Eleştiri kültürüne sahip olmayan toplumlar, itaat kültürünün kuşatması altındaki yobaz toplumlardır.
Günümüzde gelenek haline gelmiş, bazı topluluklar, dini gruplar, cemaatler ve siyasi partiler itaati bir din hükmü gibi algılıyorlar ve kutsuyorlar.
Eleştirinin olmadığı toplumlarda, kurumlarda, gruplarda ve cemaatlerde yobazlıklar, tabular, bağnazlıklar ve ön yargılar hâkim olur.
Akleden ve düşünen insanların bu içeriden işgale karşı gerçek manada sivilleşmiş, sivil toplum örgütlerinin ve gerçek manada iman etmiş kanaat önderlerinin bu güç odaklarına karşı planlı programlı bir karşı direniş cepheleri oluşturmalıdırlar.
Dar çerçeveli bir topluluğa ve onun doğmalarına (katı inançlarına) bağlı kalınarak hiçbir sorunun çözülemeyeceğini günümüzde en çarpıcı örneklerini yaşamaktayız.
İslâm ve Müslüman, yönetici sınıfın nefse, menfaate, makam ve farklı çıkarlarına dayalı tahakkümlerinden ve buyruklarından kurtulmalıdır.
Aksi halde, umutlarını yitirmiş, çaresizliklerini kabullenmiş geleceği planlayamayan insanlar, bunların sömürülmek için hedefleri olurlar.
Bir taraftan bunların avı olurlar, bir taraftan da kutsal devlet, kutsal kurum, kutsal grup ve yanlış yapmaz, keramet sahibi, ermiş, uçan kaçan kurtarıcılar arar dururlar.
Şu bir kısım cemaatlere, topluluklara ve siyasi partilere bir bakın; taraftarlarını belirli bir pencereden dünyaya bakmaya alıştırıyorlar. Akıl ve iradelerine ipotek koyuyorlar, küçümsüyorlar. Zihinlerine ve düşüncelerine birtakım tabular yerleştiriyorlar. Özgürce düşünmelerine müsaade etmiyorlar.
Firavun da insanları küçümsedi, ahmaklaştırdı, insanlık onurların yerle bir etti. Düşünmelerini engelledi. Onlar da firavuna itaat ettiler. Firavun da onları istediği gibi yönetti ve sömürdü.
Toplulukları sürü haline getirmeye, Allah yerine liderlere, şeyhlere ve önderlere tapınmayı ikame eden bir yobazlık anlayışına fırsat vermeyelim.
Yobazlığa karşı İslâm’daki küllenen geniş eleştiri kültürünü tekrar geri getirmeliyiz. İnsanların değil de vahyin/fikirlerin arkasından gidilmesinin inancımızın bir gereği olduğu anlatılmalı. Çünkü indirilen dine iman edenler, vahyi/fikirleri esas alır, uydurulan dine iman edenler, din adamlarını, şeyhlerini ve liderlerini esas alırlar. Kur’an’ı yalnız sevap olsun diye değil, esas anlamak ve yaşamak için okumalıyız.
Kısaca, İslam’ı yaşam tarzımız yapmalıyız.