Geçen yıl Suriye'de IŞİD ile PYD arasında Kobani'de yaşanan çatışma ve PYD güçlerinin IŞİD karşısında varlık gösterememesi neticesinde HDP/PKK cenahı sürekli olarak devleti ve hükümeti IŞİD'e destek vermekle suçlayıp çözüm sürecini bozmakla tehdit ettiler.
6 Ekim günü Abdullah Öcalan’ın görüşmesinden dönen kardeşi Mehmet Öcalan, Abdullah Öcalan’ın şu sözlerini duyurdu: “15 Ekim’e kadar bekleriz, gelen heyetlere dediklerimizi onlara aktarırız, ondan sonra da yapacağımız bir şey kalmaz. Çözüm diye bir şey yoktur, müzakere diyorlar, müzakere diye bir şey de yoktur.”
Bu açıklamadan sadece birkaç saat sonra 6 Ekim akşamı Selahattin Demirtaş ve HDP MYK acil çağrı yayınlayarak, parti tabanlarına sokağa çıkma ve her tarafı Kobani'ye çevirme çağrısı yaptılar. Bu çağrının hemen ardından Türkiye genelinde saldırılar başladı.
Üç gün devam eden saldırılarda 54 kişi hayatını kaybetti. Yüzlerce eve, camiye, medreseye, Kur'an kursuna, okuma evlerine, kurumlar ve işyerlerine saldırıldı. Saldırılarda en çok HÜDA PAR ve ona yakın STK'lar hedef alındı. Olayların en acısı Diyarbakır'da bayramın 4.günü olan 7 Ekim'de Kurban eti dağıtan Yasin Börü ve beraberindekiler Kürdistan tarihinde ve bu coğrafyada görülmemiş şekilde vahşi ve barbarca bir şekilde işkence ile şehid edildiler.
Peki bu vahşete karşı, "sokağa inin" çağrısı yapan Demirtaş ne yaptı? Taraftarlarına bayrağa ve Atatürk büstlerine saldırmayın dedi. Yapılan barbarca vahşiyane katliamları görmezden gelen Demirtaş, Atatürk büstlerinin derdine düşmüştü.
Olaylar sırasında yuvasına çekilen devlet dindar halkın katledilmesini seyrederek, bu vahşi suça ortak oldu. Dehşete düşüren olaylar karşısında sinen halk da evine çekildi.
8 Ekim günü gece yarısında Abdullah Öcalan, HDP’nin İmralı heyetine bir mesaj gönderdi. 9 Ekim’de Diyarbakır’da bir basın toplantısı düzenleyen Demirtaş, suçluluk psikoloji sonucu kameralar karşısında boncuk boncuk terledi.
21 Eylül 2014’te DBP D.Bakır İl Başkanı Zübeyde Zümrüt, Diyarbakır'da bir konuşma yaparak, Diyarbakır’da IŞİD'e destek veren 400 derneğin kurulduğunu söyledi. Bu da gösteriyor ki bu saldırıların alt yapısı çoktan planlanmıştı.
Ramazan ayında Filistinliler katledilirken D.Bakır’da iftar çadırı kurmak isteyen ABD Adana Başkonsolosu John L. Espinoza Peygamber Sevdalılarının çabasıyla bunu yapamayınca yeni planı devreye soktu. ABD'nin Adana Başkonsolosu ne zaman bölgeyi ziyaret etse olaylar artıyordu. Başkonsolos 6-7 Ekim olaylarından önce de Doğu ve Güneydoğu'ya gelmişti. İşin ilginci Selahattin Demirtaş'ın da 6-7 Ekim olaylarından önce ABD ziyareti olmuştu. Olaylar bu ziyaretlerin ardından gerçekleşti.
Olay sanıldığı gibi ani ve fuc'eten gelişen bir tepki ve onun boşalması değildi elbette. Planlı, programlı bir kanlı senaryonun projenin hayata geçirilmesi idi. Amaç bölgeden dindar kitleyi öldürmek veya en azından korkutarak bölge dışına kaçmasını sağlamaktı. Amaç açıkça: "İslamsız bir Kürdistan" idi. Fakat yaptıkları hesap 90'lı yıllarda olduğu gibi bir avuç imanlı Müslümanın direnişi ve İslama, İslami kurumlara ölüm pahasına sahip çıkması ile bu kanlı proje akim kaldı.
6-7-8 Ekim olayları toplumuzda ve dindar kitlede tam bir kırılma ve travmaya yol açtı. İnsanlarımız Moğollar ve Haçlıların tarihte okudukları vahşiyane saldırıları ile top yekun ortadan kaldırılma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını gördüler. Saldıran vahşi çeteler, kesim farkı gözetmeden İslam kokusu gelen herkesin ve herkese saldırdılar. Faşizmin alasını uyguladılar. Kıyafet ve dillerinden dolayı insanlarımız katledildi. Evleri, kurumları ve işyerleri yakılarak talan edildi.
Olayları başta provokasyon olarak yorumlayan ve halkı kandırmak isteyen HDP cenahı görüntülerin ortaya çıkması ve yaşanan gözaltı ve tutuklamalara tepki gösterdi. Bu yüzsüzlük yetmezmiş gibi birde vahşice ve canavarca hisle adam öldürmekle suçlananlara avukatlarını gönderdi.
Mağdur yakınları ve dindar çevrelerde bazı kişilerin yakalanmasına rağmen soruşturmanın etkin bir şekilde yapılmadığı ve genişletilmeyerek sulandırıldığı dillendirilmeye başlandı. İlk olarak güvenlik nedeniyle dava Ankara’ya alındı. Sanıklar mahkemeye çıkarılmadan, olayda yaralı kurtulan Yusuf Er ve mağdur aileler dinlenmeden ard arda tahliyeler yaşandı. İnsanlığa karşı suç kapsamında açılması gereken dava basit saldırı diye açıldı. Talimat verenler ve azmettiriciler davaya dahil edilmedi.
Mahkeme tam bir yıl sonra 5 Ekim’de Ankara 2’inci Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye başlandı. Ankara 2’inci Ağır Ceza Mahkemesinde 22’si tutuklu, 7’si tutuksuz, 5’i firari 34 sanığın yargılandığı davanın ilk duruşması müşteki avukatlarının taleplerinin reddedilerek, bir sanık hakkında tahliye kararı verilerek 25 Kasım’a ertelendi.
Bu kanlı projeyi hayata geçirenler İslam ve insanlık tarihinin bu şekilde katliamlarla dolu olduğunu ancak Hakk ehlini hiçbir zaman davasından vazgeçiremediklerini görmeliler. Bölgemizi kan gölüne çeviren kan baronları, akıttıkları kanda boğulmaya devam edecekler. Tarih hiçbir zaman kan içici despotları hayırla yad etmedi. Geçmiş atalarınız Firavun, Nemrut, Şeddad, Moğol ve haçlılar gibi tarihte lanetle anılacaksınız. Kendi halkına sırf Müslüman oldukları ve İslamı benimsedikleri için katledenleri hiçbir zaman unutmayacağız.
Bu arada son olarak şunu da ekleyelim ki, Şırnak’ta öldürülen bir PKK’linin cesedinin zırhlı araca iple bağlayıp sürükleyenlerle Yasin Börü ve arkadaşlarını işkenceyle öldürenler aynı lanetli zihniyet mensuplarıdır. Aynı şekilde lanetle anılacaklardır.
Yazımızı İşkence ile öldürülen Müslümanların hallerini anlatan ayetlerle bitirelim: Buruc Suresi 4-12.Ayetler: “Kahroldu o hendeğin sahipleri,
O çıralı ateşin,
Hani o ateşin başına oturmuşlar,
Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
Müminlere kızmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü ve övgüye lâyık olan Allah'a iman etmeleri idi.
O Allah ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur ve Allah her şeye şahittir.
İnanan erkek ve kadınlara işkence yapıp sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yangın azabı vardır.
İnanan ve iyi amel yapanlar için de altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş odur.
Kuşkusuz Rabbinin yakalaması serttir.”
Her 7 Ekim’de olduğu gibi her zaman mazlumlar hep hayırla, zalimler hep lanetle anılacaklardır… Selam ve dua ile…