“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Bilakis hayattadırlar. Fakat anlayamazsınız” (2/154)
“Sakın Allah yolunda öldürenlere ölüler sanma! Bilakis hayattadırlar, Rableri katında rızıklanmaktadırlar”(3/169)
“İslam düşmanlarının bir Müslüman’ın çalışmalarından rahatsız olmaları demek, Allah’ın rızasına talip olan müminlere doğru yolda olduklarını gösteren bir yol işaretidir” ŞEHİD FAHREDİN ÇELİK
Alim bir baba’nın üçüncü çocuğu olarak 1969’da dünyaya geldi. Aslen Ulaş köyü (Zeliye)/Gercüş nüfusuna kayıtlıdır. Çocukluğu döneminde hareketliliği, yerinde oturmaz canlılığı ve akranları arasında kendisini kabul ettirip sözünün dinlediği özelikleriyle göz doldurmuştur.
Alim olan babası’nın evinde oluşturulan ilmi ortam sebebiyle gerek Kur’an-ı Kerimin bazı bölümleri ve gerekse de okudukları kitapları en iyi kavrama hususunda sürekli ablası ve kardeşi ile yarış halinde olmuştur ki, bu durum daha o yaşlarda okudukların gereğini yerine getirme hususunda onu bilinçlendirmiştir. Bu ruh hali sebebiyle birebir oyun oynayan çocukları namaz vakti gelmeden kuleytenin başına getirir hepsine abdest aldırır ve ezanın okunma sebebiylede topluca camiye getirirdi.
1983’te evlerin Dargeçit’in Yılmaz (Meranê) köyüne gider. Fahreddin medrese okumak istediği için, kardeşiyle birlikte İdil’in Batêlê köyüne Molla Tahir’in yanına gitmeye koyulur.
Batêlê’de bulunduğu süre içerisinde; Sarf-Nahit, Fıkıh ve Hadis dalında dersler aldı. Siyer ve sahabe-i kiramın hayatlarıyla ilgili Türkçe kitaplar okuyarak kendisini geliştirmeye çalışır Resulüllah (sav)’in hayatı, sahabe-i kiramın yaşamı ve asrısaadetin altın çağını öğrenmesi onun üzerinde büyük etkiler oluşturdu.
İki kardeş Batêlê köyünde medrese eğitimlerini sürdürürken ağabeyleri Abdulvahap 1983–1984 Eğitim döneminde okul okumaları için onları medreseden almaya gelir. Seydaları Molla Tahir: onlardan çok memnun olduğunu, temiz fıtratları sebebiyle büyük âlim olacakları yönünde kendilerinden ümitli olduğunu söyleyerek ağabeylerinin onları okula götürme fikrinden vazgeçirmeye çalışır. Seyda’nın daha fazla ikna çalışmalarına ağabeyleri; Seyda, Allah’ın izniyle kardeşlerim bozulmaz, yine kendilerinden istifade edilen şahsiyetler olacaklardır. Neticede Seyda onlar için hayır duasında bulunarak istemeyerek götürmelerine rıza gösterir.
ORTAOKUL DÖNEMİ (1983–1985 yılları arası) Okulların açılması ile okula gelmiş yardıma muhtaç yüzlerce öğrencinin okula geldiklerine, genellin de henüz fıtratı temiz olduğunu bir davetçiye ihtiyaçlarının olduğunu müşhade etmiştir. Almış olduğu İslami terbiyenin ve edindiği ilmi birikimin gereğini yerine getirmek üzere paçaları sıvar özelikle namazların üzerine titizlikle durması ve sürekli namaz vakitlerini gözetmesi, helal-haram dikkati ve her fırsata İslami tebliği sebebiyle okulda öğretmen-öğrenci herkes tarafından “molla” isminin yerini aldı. Her bir öğrenci ile ayrı ayrı ilgileniyor, onlara Müslüman evladı olduklarını hatırlatıyor, Kur’an-ı Kerim okumuş olanlara, okumayı ihmal etmelerini tembih ediyordu. Henüz Kur’an dersini almayanlara kendisinin verebileceğini, namaz kılmayanların durumlarını sorarak, “namazın dinin direği” olduğunu hatırlatıyor ve namazlara okul bitişiğindeki camiye beraber iştirak edebileceklerini söyleyerek cesaretlendiriyor.
Hafta içi okul bitilişindeki camiye namazlarını cemaatle edaya gidiyor, cemaate yetişmediğin de beraber camiye gittiği öğrencilere namaz kıldırarak, cemaat sevabından mahrum kalmamaya dikkat ediyordu. Hafta sonları da öğle ve ikindi namazlarını farklı camilerde, cemaate iştirak ederek, bu vesileyle imamlar ile tanışmaya çalışıyordu.
İdil çarşısında giderken pasaj gibi bir bölümün arka tarafında İslami neşriyat bulunduran bir kitapevi ile karşılaşır. Her defasında, elindeki kıt imkânları zorlayarak 2–3 tane dini kitap alıyor, okuyor ve ilgilendiği kişilere sırayla okumak üzere veriyordu. Ders vereceği öğrenciler için de elif-ba ile amme cüzünü alıp okuyacaklara veriyordu. Kendisi ve kardeşinin ellerine geçen birkaç kuruşu bu tür şeylerde kullandığı için zaruri ihtiyaçlarını yerine getirmede sıkıntıya düşüyorlardı.
Her teneffüs zilini, fırsat olarak görüyor, ilgilendiği kişilere bir şeyler veriyor, verdiği kitabı okuyup okumadıklarının takibatını yaparak kitaplarını okumaya teşvik ediyor, yeni ilgilenmeye başladığı kişilere de onların seviyesine göre kitap vereceğini söylüyordu. Elif-ba ve Kur’an-ı Kerim derslerini bir kısmına öğle paydosunda, derslerden sonra bir kısmına ve geceleri de bir kısmına derslerini vererek yetiştirmeğe çalışıyordu. Bununla beraber oluşturmuş olduğu birkaç grup ile de sohbetler yapıyordu. Okulda durumu iyi ve gelişmeye müsait olan öğrencilerden de iki grup oluşturmuş, tanışmış olduğu iki cami imamı ile de konuşmuş, onların İslami bilinç ve kültürel birikimlerinin iyi olduğunu görmüş ve onlardan getireceği öğrencilere sohbet yapmalarını talep etmiş. Bunun onlar için dini bir sorumluluk ve insanları irşadın asli görevleri olduğunu hatırlatmış ve onları ikna etmişti.
Bu arada fazla kitap aldığını gören kitapevi sahibi Fahreddin’e, “bunca kitabı ne yapıyorsun?” diye sormuş; “ilgilendiğim öğrencilere okumaları için dönüşümlü veriyorum. Ancak kitaplarım az, okuyanlar da çok olunca elime imkan geçince yeni kitaplar alıyorum” cevabını almıştı. Bunun üzerine kitapevi sahibi, “Madem öğrencilere dinlerini öğretmede bu kadar heveslisin o zaman ben de sana yardımcı olayım, istediğin kitabı emanet olarak götür, temiz okunsun bitirilen kitapları getirdiğinde yerine başka kitaplar götürürsün” der. Aynı zamanda sohbet için arkadaşlarını götürdüğü iki imamdan da okutmak üzere kitap almaya başlayan Fahreddin’e kitapevi sahibinin de destek çıkması, “Eğer Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarının sabit kılar” gerçeğini hatırlatır ve bu durum onu ziyadesi ile sevindirir. Okulda ulaşmadığı, tebliğde bulunmadığı ve ilgilenmediği öğrenci bırakmama kararlığındaydı. Bu yerinde durmaz ve yorulma bilmez ihlâslı cehd ve gayreti sebebiyle verim alamaya başlamış, gün be gün namaz kılan ve dini kitap okuyan öğrencilerin sayısındaki artış, okul idaresinin dikkatinden kaçmamıştı. Ancak ‘molla’nın etrafındaki öğrencilerin sorunsuz olmaları ve derslerinde gösterdikleri başarı, idarenin ses çıkarmasına fırsat vermiyordu.
Bir cumartesi sabahında çıktığı çarşıda kuşluk namazını kılmak üzere gittiği caminin hücresinde küçük çocukların Kur’an-ı Kerim dersini aldıklarını görür. Namazın ardından hücreye geçer ve hocaya yardım ederek birkaç öğrenciye ders verir, derslerini dinler. Artık fırsat buldukça cumartesi ve pazar günleri camiye gidip ders hususunda hocaya yardımcı olur. Dersten sonra da hoca ile kurduğu diyalog ile ilişkilerini geliştirir. Belli bir süre Ku’an kursuna gidip gelmeğe çalışmış, kurs hocası ile tanışmış ardından; “hocam, niye Kur’an dersinden sonra bu çocukları hemen gönderiyorsunuz?” der.
-Hoca da; ”niye göndermeyeyim?” deyince-Fahreddin; “Hocam, size emanet edilen bu çocuklara Kur’an-ı Kerim dersi ile beraber, Rasulüllah (s.a.v)’in hayatını, İslam-iman husularında bir müslumanın bilmesi gerekenleri, bir müslümanın nasıl olması gerektiği hususları, her gün kısa bir konu ile de olsa, kendilerine İslami bir bilincin verilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü bir müslüman, dinini insanlara ulaştırıp öğretmede ve İslam’ın bir yaşam biçimi olduğunu göstermede her anı fırsat bilmeli. Sorumluluk bilinci ile Kur’an dersini almaya gelen bu masum çocuklar iyi bir program ile İslam’a sahip çıkabilecek bilince ulaştırılabilir, diye düşünüyorum” bu söylemler kurs hocasının çok hoşuna gider ve artık sonraki sohbetleri de bir program çerçevesinde anlatır ve bunu da derslerinin bir parçası gibi sürdürmeye başlar.Fahreddin’in okul okuduğu dönemde yatılı okullara askerden müdür atamaları yapılmıştı. İdil YİBO’ya da yüzbaşı rütbesinde biri müdür olarak gelmişti. Öğrencilerin Fahreddin’e duydukları ilgi ve alaka ile sürekli etrafında birilerinin olması müdürün dikkatini çeker. Öğrencilerin arasından camiden gelirken, müdür bir öğrenciye Fahreddin’i göstererek ismini sorar. Öğrenci; “Molla” der. Müdür, “oğlum Molla olduğunu biliyorum, ismi nedir?” dediğinde de öğrenci; “ben sadece Molla olarak biliyorum, cevabını verir.”
Asker müdür, okulun her tarafını teftiş edasıyla dolaşır. Yatakhaneyi dolaştığında elbise dolapların üstü, baş uçlara ayrılan yerlerin Kur’an-ı Kerimlerle dolu olduğunu nerede ise kişi başına bir Kur’an düşecek kadar çok olduklarını görür. Dört personele, bütün Kur’an’ları toplatıp getirme talimatını verir. Öğrenciler kahvaltılarını yapmış olduğu halde üzerine istif edilmiş Kur’an-ı Kerimleri yatakhaneden çıkardıklarını gören öğrenciler tam onlara odaklanmışken, battaniyenin üzerinden bazı Kur’an’ların düştüğünü müşahede ederler. Buna öfkelenen Fahreddin, yanındaki bazı öğrencilere; “Derse girmeden önce bütün sınıflara haber verilsin, Kur’an’larımız toplanmış, yerlere düşürülmüş ve hürmetsizliğe uğramıştır. Bu sebeple, dersleri protesto edeceğiz. Hiç kimse derse iştirak etmesin. Herkes sınıfta başını sıranın üzerine bıraksın ve dersle ilgilenmesin. Sınıfa girecek öğretmenlere de ‘Kur’an’larımız yerlere atılarak hakarete uğruyorken, biz dersi ne yapacağız denilsin’ der. Öğrencilerin tepkilerini gören öğretmenler, derslerden çıkarak durumu asker müdüre anlatırlar. Daha yeni sınıflara girilmişken, zilin çalmasıyla derslerden çıkar ve okulun önünde toplanıp, sıraya girerler. Asker müdür gelip, uzun uzadıya konuşur. Hedefinde Fahreddin vardır ve açıkça onu tehdit eder. Özetle; “bir ortaokul öğrencisi molla olamaz. Molla dinin bütün emirlerini bilen kişidir. Molla, Kur’an’a nasıl hürmet edileceğini bilmez. Biz Kur’an’a duyduğumuz hürmet sebebiyle, temiz olmayan yatakhaneden Kur’an’ları topladık. Sizden bir ay mühlet istiyorum. Bu süre içerisinde namaz kılmayın. Ben mescit yaptırdığımda Kur’an’larınızı da oraya bırakacağım. Rahat rahat namazlarınızı da kılarsınız. Biliyorum Molla size namazınıza devam etmenizi isteyecek. Siz Molla’yı değil, beni dinleyeceksiniz. Şimdi sınıflarınıza girip derslerinizi dinleyin.” Teneffüslerde Fahrettin öğrenci arkadaşlarına; “Tepkimiz yerini buldu. Ama sakın müdürün sözleri sizi kanmasın. Mescit yapılıncaya kadar daha açık ve daha kalabalık şekilde namaz için mescide gideceğiz ki mescit yapılsın. Namaz Allah’ın emridir, hiç kimsenin kahrı için terk edilmez. Bir ay namaz kılmamak, namazı önemsememek anlamına gelir. Namazı önemsemeyeni de kimse önemsemez. Allah’a isyanda hiçbir kula itaat yoktur. Bir ay namaz kılmamak da nereden çıktı. Hele bakalım onlar bir ay yemek yemesinler.” diye müdürün söylediklerinin aldatmaca olduğunu anlatır. Camiye gidilmeye devam edildiğini gören müdür, üç gün içerisinde yatakhaneden bir odayı mescide dönüştürür. Namazdan taviz vermeme kararlığı mescidin hemen açılmasını sağladığı gibi toplanan Kur’an’ların da mescide bırakılması sağlandı. Ortaokul yıllarında imkânlarını zorlayarak öğrencilerin tüm sorunları ile ilgilenip onları sahiplenmesi sayesinde öğrenciler, bildiği hak uğrunda tavizsizliği sebebiyle de öğretmenler üzerinde etkisi açık bir şekilde görünüyordu.
Bazı öğretmenler, Fahreddin’in okuldaki faaliyetleri ve öğrencilerin üzerindeki etkisinden rahatsız oldukları için, kimi zaman iğneleyici sözlerle ve onu öğrencilerin gözünden düşürmek için onu zor duruma koymaya ve altta bırakmaya çalışırlar. Sosyal Bilgiler Öğretmeni Enise S., dünyanın uydusu Ay’ı anlatırken ve astronotların Ay’a çıkışından söz ederken birden sözü döndürüp, “şimdi, Molla Ay nurdur. Ay’a çıkmak mümkün değildir, çünkü çıkan yanar” diyecektir. Fahreddin ayağa kalkıp; “Allah(c.c) Kur’an-ı Kerim’de; ‘(yörüngesinde) devamlı olarak hareket eden Güneş’i ve Ay’ı size itaatkâr kıldı.’ (14/33) ‘O, geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi’ (16/12) gibi Ayet-i Kerimeler vardır. Yani İslam, ilme teşvik ediyor, bilimin önünü açıyor, birilerinin sandığı gibi ilimlerin önünü kapatmıyor. Müslümanlar olarak bizim en büyük sıkıntımız, İslam’ın yeni icatlara savaş açan Hıristiyanlıkla karıştırılıyor olmasıdır” deyince öğretmen söyleyecek söz bulmayıp derse kaldığı yerden devam etti.
—19 Mayıs, Ramazan ayına denk gelmişti. Okullar arası yapılacak yarışmaların en önemlisi 5 km.’lik koşu idi. YİBO adına Fahreddin koşacaktı. Herkes koşuda Molla’nın birinci geleceğini söylüyordu. Tartışmaların en önemli noktasında Molla’nın orucu vardı. Acaba o gün orucunu açacak mıydı? yoksa koşuya oruçlu mu katılacaktı? Bunun için müdür birkaç defa o gün oruca niyet getirmemesi için onunla konuşmuş, ikna etmeye çalışmıştı. Başaramayınca da Din Kültürü öğretmenini, Musa G.’yi, o gün oruç tutmaması için, Fahreddin’i ikna etmesini istemişti. Din Kültürü öğretmeni onu ikna için durmadan çalışıyordu; “Bak, oruç şahsi bir ibadettir ve kazası olur. Ama bütün okul adına bu koşuya katılıyorsun ve telafisi yoktur. Yani tümünü temsilen katıldığın için bir nevi cihad yapıyorsun. Nasıl ki cihadda oruç açılabiliyor ise burada da o şekilde orucunu açabilirsin ve bunun hiçbir vebali yoktur. Ben senin Din Kültürü öğretmeninim, şayet bir günahı varsa benim boynumda olsun” diyerek ısrarla o gün için oruç tutmaması için dil döküyordu. Orucunu açması için yapılan ısrarlardan usanan Fahreddin; “orucumu açmam yönünde bir daha teklifte bulunursanız, koşuya katılmaktan vazgeçerim. Kendinize orucunu açacak birini bulursunuz” diye tepki gösterince, artık Fahreddin rahat bırakılır. Her ne kadar onun oruçlu olarak koşuya katılacağı gizlenmeye çalışıldıysa da İdil Lisesi müdürü Molla’nın oruçlu olarak koşuya katılacağını öğrenince, programda bir değişiklik yapılmasını sağlayarak koşuyu etkinliğin sonuna bırakır. İkindi sonrasına bırakılan koşunun startı verildiğinde diğerleri oruçsuz olduklarından bir sıkıntıları yokken, Fahreddin’in susuzluktan damağı kurumuş ve ikinci olmuştu. Birinciliği kaybettiğine sinirlenen müdür, Fahreddin’e tepki göstererek, “o kadar ısrar ettik, orucunu açmadın. Koşarken bacakların nasıl titriyordu?” Fahreddin; “pişman değilim, çünkü orucum benim için daha çok önemliydi” karşılığını verir.
Bir tatil döneminde kardeşi ile beraber Firfêlê (Ulak köyü), diğer bir tatilde de Fîlê (Bereketli köyü) medresesinde eğitim alırlar. Kendisini yetiştirip eksikliklerini gidermeye, İslamî ahlakı en iyi şekilde ifaya çalışır. Özellikle medresede beraber kaldığı fakihlere candan ilişkiler kurarak, herkesten çok kendilerinin İslami kural ve prensiplere riayet etmeleri gerektiğini söyler ve onlarla kurduğu uhuvvet ilişkisi ile bunu yaşayarak gösterirdi. Her defasında; “ilim talebeleri, toplum için meşaleler gibidir. Öncelikle onların İslam boyası ile boyanarak İslam’ın güzelliklerini göstermeleri gerekir” derdi. Gittiği medresede fakihlere ilmin ehemmiyetini bildiriyor ve “burada ilim talep edenler, toplumu irşat edecek olan davetçiler olmalıdır” der ve bu bilinci vermeye çalışırdı. Beraberinde medreseye götürdüğü siyer ve diğer İslami kitaplarında onlara okutarak müslümanların içinde bulunduğu durumu, ümmetin sorunları ve bir İslam davetçisinin bilmesi gereken ilim hususunda yardımcı olurdu. Gittiği medresede ortamın imajını değiştirir, sorunları ve sıkıntıları olan gençlerin gelip dertleşeceği ve bir şeyler öğreneceği bir ortam oluştururdu.
Köylüler ile de ayrıca ilgilenir, gençlere daha fazla ilgi gösterirdi. Bir sefer camiye gelenlerin sürekli gelmelerini sağlamak için yakın alaka gösterir, ilk sahabelerin daha çok gençlerden olduğunu anlatarak onların camiye gelmeleri hususunda teşvik ederdi. Gelenlerle sohbet ediyor, beraberinde getirdiği kitapları okuyabilenlere vererek, dini konularda kendilerini yetiştirmelerini öğütlerdi. Bu samimi yaklaşım, gösterdiği ahlak, Rasulullah(s.a.v) ve Sahabe-i Kiram’ın hayatlarına vukufiyetlerinden, epey hoşlanan Seyda Ml. Salih; “bu sene yanıma okumaya gelen bu iki kardeşi gördükçe aklıma melekler geliyor” diye takdirini ifade eder.
1986-1987 Mardin İmam Hatip Lisesi 1.Sınıf
1986-1987 eğitim-öğretim yılında kaydını Mardin İ.H.L’ne yapar. Daimi olarak davetçi kişiliğini, öğrenciliğinin önünde gören Fahreddin, ilk iş olarak İslami yayın bulunduran kitapevlerine giderek onlarla tanışır. Onlara sık sık uğrayarak daha iyi tanımaya ve ilişkileri güçlendirmeye çalışır. Özellikle bilinçli her bir müslümanın bulunduğu ortam, çevre ve şartları davasını insanlara anlatmak için bir vesile sayması gerektiğini aktarırdı. Akşam kendisi için belirlemiş olduğu tefekkür saatinde “bu gün Allah için ne yaptım?” sorusuna tatmin edici bir cevap vermediği takdirde, yatağında rahat uyumaması gerektiğini her fırsatta dile getirirdi.
Bir yandan kaldığı öğrenci evine öğrencileri davet ederken, öte taraftan öğrenci evlerini ziyaret ederek yapacağı sohbetler için daha çok sohbet mekânlarının olmasını sağlamaya çalışır.
Mardin Lisesi başta olmak üzere diğer liselere de uğruyor, her lisede kendisi ile irtibatı olan öğrencilerin olması için cehd ve gayret gösterdi. Bu çalışmaların neticesinde de istediğini elde eder. Her fırsatta; “bilinçli ve dava sorumluluğunu yüklenmiş her Müslüman, henüz fıtratları bozulmamış gençlerin beyinlerini başka ideolojiler işgal etmeden, onlara İslam’ın güzelliğini gösterme hedefinde olmalıdır.” derdi. Bunun için de dakika hesabını yaparak sabah namazı ile başlayan programına gece geç saatlere kadar çalışıyor, farklı sohbet ortamları yetiştirme üzerinde yoğunlaşıyordu.
Piyasaya yeni çıkan kitapları ve İslami dergileri takip ederdi. Özellikle Mektup dergisinin yayılmasını ve bilinçli her kişinin ailesi, anne ve bacıları için mektup dergisini alıp ailesine okutmada gayret göstermesini hep tavsiye ederdi. Mektup dergisini düzenli alanlarda eski sayılarını toplar, tatil için evlerine gidecek öğrencilere anne, bacı ve ablalarına okutmak üzere birkaç sayı verirdi. (Şehit, şu an hayatta olsaydı, her erkeğin evine mutlaka Nisanur dergisini almasını, okutması ve tanıtılması için özel gayret gösterirdi.)
İHL birinci sınıftan sonra okulu bırakır. Bir dönem Mardin’de saatçilik yapar. İHL’deki çalışmaları, herkese İslam’ın güçlü mesajını ulaştırma çabası, İslamı en güzel bir şekilde temsil etme gayreti ön plandaydı. İslam’ın insana verdiği değer ve insanın aradığı bütün hakların İslam sancağı altında bulunduğunu her fırsatta dile getirerek, solcuların, insanların temiz dimağlarını tahrif ettiklerini, söylerdi.
Beşeri sistemlerin maskelerini düşürme başarısına birçok defa şahit olmuş ve bundan fazlası ile rahatsız olmuş olan PKK’lılar, kendi yöntemleri ile onu cezalandırma fırsatını kolluyorlardı. Her ne kadar Fahreddin okulu bırakmış olsa bile, her fırsatta gelip gitmesi, gelirken de bir çok kişiyi görerek onlarla alakasını sürdürmesi, PKK’lıları ona karşı hınç ile harekete geçmelerini sağlıyordu.
İHL’yi dışardan bitirmek için geldiği Mardin’de okulun tatil olduğu döneme denk gelmişti. Cezaevinden çıkmış 12 PKK’lının işledikleri bir suçun üzerlerinde kalmaması için Müslümanların üzerine atmak istediler. Buna karşı çıkan Fahreddin’i bir sokakta yalnız görmeleri onlar için büyük bir fırsattı. Toplu olarak ona saldırdıklarında onlarda üç kişi farklı yerlerinden darbe alırken, Fahreddin de kendisine önce uzaktan attıkları taşlarla biri ayağından, biri de başından olmak üzere iki darbe almıştı. PKK’lıların babalarının gelip Fahreddin’e yalvarmaları, onun da davacı olmaması sebebiyle şartla cezaevinden çıkan bu kanı bozukların tekrar cezaevine girmelerine engel olmuştur. Önünü kesen öğrenciler de İHL öğrencileri, Müslüman aile çocuklarıydı ama, İslam’a başkaldırmış, sosyalizmin hakimiyeti için mücadele verenlerin safına katılmışlardı. Nasıl ki Türkiye Devleti’nde İHL mezunu olmasına rağmen başa geçtiler diye, laiklik ve demokrasiye sarılıp İslam’ı ikinci plana iten ve sistemin istekleri muvacehesinde şekil alanların varlığı gibi. Kur’an ve sünnete sarılanlar, Rasulullah (sav) ve sahabelerin bulunduğu yolun takipçileridir. Türk milliyetçiliğinin de Kürt milliyetçiliğinin de Laiklik ve Kemalizm’in de Sosyalizm ve Marksizm’in de İslam’da yeri yoktur. Bu batıl davaları güdenler, namaz kılıp, Kur’an okusalar da Allah(c.c) huzuruna müflis olarak gideceklerdir. Çünkü asıl olan akidedir. İslam davetçileri hem Laiklik ve hem de Sosyalist davalarını güdenlerin hedefi olagelmişlerdir. Ancak “cennet karşılığında olmak üzere, mallarını ve canlarını Rablerine satanlar” kendilerine bağışlanacak “cennet” ve “Allah’ın (c.c) rızası” ile karşılaştıklarında Rablerinin kendilerine karşı lütfunun büyüklüğüne hayretle; “kısa zamanda, az sıkıntıya bu büyük ihsan” diyerek Rablerinin büyük bağışını hayranlık ile karşılayacaklardır.
—Okuduklarını anlatmaya, öğrendiklerini değişik vesileler ile öğretmeye çalışırdı. Bir gün kardeşine, Bakara 285. ayetinde “Peygamberlerden hiç birisinin arasına ayırım koymayız” buyuruyor. Oysa biz; İbrahim, Musa, İsa, Nuh ve Peygamberimizin (sav)’ın Ulul Azim Peygamberler olduklarını yine Resulüllah’ın da diğer bütün Peygamberlerden üstün olduğunu söylüyoruz. Birincisi ayeti celile, ikincisi ise kat’i delil, bunları nasıl anlamalıyız diye sorar? Kardeşi de cavabı bilmediği halde kem-küm etmeye ve kendince bir şeyler söylemeye çalışır. Bunun üzerine Fahreddin; “güzel kardeşim, bilmediğin meseleler için dil dökmeye çalışma, gerektiğinde bilmiyorum, demesini bil. Bilmiyorum demekten utanma. Ayeti kerimede geçen “aralarına ayırım koymayın” ifadesi ciheti iledir. Yani tümüne iman ederiz, manasındadır. Bunu öğrenmek için değil, sana öğretmek için sordum” demiştir. Dersini iyi alan kardeşi, mümkün mertebe bildiği meselelerden kesin olanlara tamam. Şüpheli olduğu meselelerde de bilmiyorum, demeyi kendisine şiar edinmeye başlar. Çünkü biliyorum dediğin birçok şeyde mahcup olabilir, ama bilmiyorum dediğinde yeni meseleler öğrenebilirsin. Yani biliyorum dediğinde küçük düşebilir, ama bilmiyorum dediğinde de yükselebilirsin…
—Müslüman arasındaki mezhep-meşrep farklılığı, bazı meselelerdeki ihtilafların ayrılığa yol açmaması gerektiği, tüm bunların İslam’ın zenginliğinden kaynaklandığını, bu zenginliklerin başkalaşmaya sebep olması demek, zengin kaynakları kullanmayı bilmeyen ve elindeki fırsatı tepen kişinin durumu gözü ile bakıyordu. Küçük ihtilafların hedefe doğru yolculuk yapılırken kullanılan tarz gibi olduğu ve ayrışma sebebi olmaması gerektiğini, neticede tüm yolların kişiyi hedefe ulaştırdığını ısrarla vurguluyordu. Hem İslami kesim ile ilişkilerini en iyi şekilde tutmaya çalışıyordu. Her kesimin diğerini olduğu gibi kabul etmesini, bir olmak mümkünken, ayrılığın İslam düşmanlarının iştahlarını kabarttığını, onları İslam’a ve Müslümanlara karşı insafsızlaştırdığını her fırsatta dile getiriyordu.
—Çalışmak için, İstanbul’a gitmiş ve yoğun bir iş temposuna girmişti. Yorucu işlerine rağmen bir davetçi olduğunu hiçbir zaman unutmuyordu. İş yerinde ve fırsat bulduğu her alanda İslam’ı tebliğe gayret ederdi. Kendilerine İslam’ı anlattığı insanlardan birini yanına almış beraber bir yerde kalıyorlardı. Böylece ona çok fazla zaman ayırabiliyordu. Fahreddin tüm samimiyeti ile onun ile ilgilenirken, o da Fahreddin’in gözüne girmeye çalışmıştı. Artık her şeyleri beraber olmuş ve beraber cemaat namazlarına gidiyorlardı. Bir gün Fahreddin sabah namazına gidelim diye onu kaldırdığında o rahatsızlık bahanesi ile ben bugün gelemem kendimi çok kötü hissediyorum demişti. Fahreddin de onu bırakıp cemaatle namaza gitmişti. Namazdan döndüğünde, o zamana kadar çalışıp biriktirdiği tüm paralarının alındığını görmüştü. İşini bırakıp haftalarca onu aramış ancak tüm uğraşlarına rağmen bulamamıştı. Fahreddin onu yükseltmek için çok uğraşmış ancak o aşağılıklar arasında olmayı tercih etmişti. Biriktirdikleri ile gelip evlenecekti ama olmamıştı. Biraz daha çalıştıktan sonra eve gelip borç edinerek evlendi. 1989’da evlenerek Batman’a gelip İpragaz mahallesine yerleşen Fahreddin, Batman’da Hizbullah Cemaati ile tanışır. Ortaokul yıllarından beri çalışarak oluşmasını istediği İslami ahlaka sahip insanlardan müteşekkil bir camianın oluşması hülyasını Hizbullah’i cemaat ile tanışması ile bulur. Fertlerinden hemen hemen karşılaştığı her birisinin Allah’ın emirlerine teslimiyet, Rasulullah (s.a.v)’ın sünneti seniyesini yaşama/yaşatma hususundaki azim ve kararlılıkları onda büyük bir mutluluk meydana getirir.
Hiçbir çabaları olmadan kendilerini İslami camiaların içinde bulanlar, onun değer ve kıymetini tam bilmezlerdi. Şehid Fahreddin ve onun gibi çocukluk yaşı denilen yaşından itibaren gittiği her yer ve ortamda gecesini gündüze katarak insanların imanını kurtarmaya çalışanlar, böyle bir camia bulduklarında, korumak, güçlendirmek, ileriye götürmek ve en iyi bir şekilde temsil etme azim ve kararlığında olmuşlardır.
İpragaz mahallesinde maddi sıkıntılar ile beraber bir çok zorluk ile de karşılaşır. Elinden geldiğince bir iş buluyor boş kalmamaya çalışıyordu. Gündüzleri çalışırken beraber çalıştığı kişiler ile ilgileniyor bu ilgisini ilerletiyor ve evlere ziyarete giderek dostluklar kurmaya çalışıyordu. Akşam, yatsı ve sabah namazlarını bulunduğu mahallenin camilerine gidip namazlarını cemaatle kılar, cami imamı ve cemaati ile konuşup tanışıyor, ilişkileri güçlendirmeye çalışıyordu. Ardından bazen evinde ve bazen de akşam yatsı arası veya yatsı sonrası kendisi ile beraber kalanlara siyerden sohbetler yapmaya başlamıştı. Mürted örgüt onun çalışmalarında rahatsız oluyor, birçok gencin fıtratlarına döndüklerini kendilerine artık yeterince iltifat etmediklerini görüyordu. Bunun üzerine Fahreddin’in kirada kaldığı ev sahiplerinden onu evlerinden çıkarmaları talimatını veriyorlardı. Fahreddin daha bir eve tam yerleşmeden başka bir eve taşınmak zorunda kalıyordu. Günlük işçi olduğu için de bulma, taşınma yerleşme derken günlerce işinden oluyor bunun için de maddi sıkıntıları artıyordu. Kira meselesi onu çok uğraştırdığı için bulunduğu bir işten hemen çıkmak zorunda kalıyordu. Dolayısıyla da bu durum kendisini maddi olarak birçok zorlukla karşı karşıya bırakıyordu. Yoksulluk, fakirlik ve hatta açlık boyutunu ulaştığı dereceden de kimsenin haberi olmaz “…iffetli olmalarından dolayı, (hallerini) bilmeyen kimse onları zengin zannederdi. Onları simalarından tanırsın” (bakara 237). Tam olarak bu ayeti celile’nin tasvir ettiği kimseler kapsamına girerdi.
1992’ye geldiğinde yaptığı sohbetler, camide yaptığı dersler ve etrafında toplanan gençlerin çokluğundan rahatsız olan mürted örgüt her fırsatta onu ortadan kaldıracaklarını ilan edip, gözdağı verirler.
Fahreddin de çalışmalarının İslam düşmanlarını rahatsız edici boyuta ulaştığını gördükçe azmi artıyor daha fazla çalışarak; “İslam düşmanlarının bir Müslüman’ın çalışmalarından rahatsız olmaları demek, Allah rızasına talip olan mü’min’lere doğru yolda olduklarını gösteren bir yol işaretidir.” “Bu memleket ne laiklerin ve ne de sosyalistlerindir. Yıllarca köşelerine çekilen Müslümanların bıraktıkları boşluğun nasıl doldurulduğunu görüyoruz. Öyleyse Müslüman davetçilere gereken, İslami değerlere savaş açanlara tüm alanları daraltmalarıdır” derdi.
Durmadan davası için çalışamaya devam ettiğini gören mürted örgüt, Fahreddin’e karşı baskı dozunu artırıyordu. Önce kahvehanelerdeki serserileri organize edip, sohbet ettiği camilere saldırttı. Bu sebeple birkaç defa gerginlik çıkmış ve sorunlar büyümüştü. Yüzlerce kişi ile üzerine baskın yaparak gittikleri halde onda gevşeklik olmadığını gören mürted örgütün gözü dönmüştü. Defaatle onu takip etmişlerdi. Takiplerini fark ettiğinde de arkasından kaçmışlardı. Bir defasında bisikleti ile işten eve doğru gelirken, kendisini takip eden bir taksinin önüne geçerek bisikleti bir elle sürerek şoförün yanına gitmiş elini tabancasına atar gibi yaparak (üzerinde herhangi bir şey olmadığı halde) “ne diye takip ediyorsun beynini dağıtırım!” deyince, taksi şoförü gaza basıp kaçmıştı. Böyle takip, tacizler tüm hızı ile devam ederken, karalamalar da son gaz sürmüştür…
“Bir Türk, dünyaya bedeldir” ırkçı söylemini amentüsü olarak kabul eden laik devlet yıllarca Müslüman Kürtlere hayat hakkı tanımamış ve “bu memlekette Türk olmayanların bir tek hakkı vardır demişlerdir. Oda, Türklere hizmetçi olmak, Türklere köle olma hakkı” diyerek Doğu-Güneydoğuda adeta jenosit/soykırım uygulayan devletin zulmüne karşı başkaldırı olarak ortaya çıkan mürted örgütün ırkçı damarlarla büyümesine neden olmuştu. Sanki bir bayrak yarışı gibi devletin zulmünü devralmış ve sözde Kürtler adına yola çıkan bu örgüt, hedefine yerleştirdiği Müslüman Kürtlere savaş açar. “Benden olmazsan karşımdasın” diyerek kendisinden başka kimseyi kabul etmediler. Türklerin yoğunlukta olduğu şehirlerde dahi Müslüman Kürtlere saldırarak hedeflerinin İslami değerleri etkisizleştirme olduğunu gösterdiler. Kendilerini de dev aynasında gördükleri için kendilerine söylenen şayet biz de karşılık verir ve bir çatışma ortamı oluşacaksa bundan en çok etkilenen Kürtler olacaktır, yönündeki nasihatleri dinlemez ve “ya bize katılır, ya bölgeyi terk eder veya öldürüleceksiniz” tehdidi ile karşılık verirlerdi. Kendilerine karşılık verilebileceğini akıllarının ucundan da geçirmezler. Çünkü onlara göre yöre Müslümanların böyle bir cesareti yoktu. İslami camia bundan sonra bizden vurulacak hiç kimsenin kanı yerde kalmayacaktır, uyarısında bulunarak karşılık vermeye başlar.
Bölgede Hizbullahi Müslümanlara mensup kişiler başta olmak üzere İslami hassasiyetleri ile öne çıkmış kişilere, imamlara, öğremenlere saldırılar başlar. Artık şehitlerin verilmediği hafta kalmaz. Taziye çadırları sadece başka bir yere taşınmak için kaldırılırdı.
Fahreddin’in cesareti korku nedir bilmeyişi sebebiyle onu takip eden militanları ürkütmektedir. Ne yazık ki Fahreddin’in üzerinde ancak dövüştükleri takdirde kendisini savunacağı bir sobadan başkası yoktu. Çalıştığı inşaatta bisikleti üzerinde işe gidiş-gelişlerinde, mahallenin dışında katılması gereken sohbetler, gece geç saatlere kadar kaldıktan sonra ki eve dönüşlerinde ve mahallenin içinde yaptığı sohbetlerde hep gözetlenir, ancak saldırıya geçmeye cesaret edemezler. Onun hareket halinde olduğu zamanlarda korkmaktadırlar. Ortamın fazla gerilmesi sebebiyle mahalle dışında yapılan sohbetlere gelmemesi istenilmiş ancak o, Allah’ın izniyle “ben hareket halinde olduğum sürece bana saldıramazlar. Ancak bana haince saldırabilir, yoksa yaklaşamazlar” cevabını verir. Ve sohbetine devam edeceğini söyler.
Son dönemlerde sanki yürüyen bir şehid olmuştu. Hareketlerindeki içtenlik, karşılaştığı her dost ve akraba ile helalleşme isteği, yaptığı ve karşılaştığı şeyleri şahadetle yorumlaması ile artık şehadet sırasının kendisine geldiğini, söylerdi. Son zamanlarda yüzü parlamış adeta nur dolmuştu. Kardeşinin “Maşallah ağabey, bu aralar ne kadar yakışıklı olmuşsun, artık yüzündeki nur parlıyor” demesine, “bu şehadet vaktinin yaklaştığının nişanesidir” karşılığını verir. İnşaatlarda çalıştığı için nasırlaşan ellerine sürdüğü kına sorulduğunda, “bu şehadet kınasıdır.” Şehid olacağı gece uğradığı bir evde kendilerine sunulan nar ve üzümler için, “Maşallah, cennet meyveleri. Bu aralar gittiğim her evde önüme çıkan şeyler, şehadet vaktinin artık gelmekte olduğunu gösteriyor.”
Aynı o gece 5 Ekim 1992’de kirada kaldığı evin küçük bahçesinin önüne bir kapı yeri yapmak üzere, yapmış olduğu harç ile tek başına gece 22-23 arası çalışırken, onu yalnız ve meşgul olduğu haberini alan Kürdistan’ın hainleri kalabalık bir grup ve uzun namlulu silahlarla saldırıya geçerler.
İhlâsla çalıştığı yolu, Salih amelle süsleyen Şehit Fahreddin, her tarafa yayılmasını istediği İslam davasının bayrağı, daha fazla dalgalansın diye kanı ile suladı. Asla pes etmeyen şehidin muazzam yüreği… Şehadet şerbetini içerken çektiği son tekbir ve mücadelenin son şahidi ellerinde kırılan kürek…
Bu yazıyı hazırlamada bizlere katkıda bulunan şehit Fahreddin’in kardeşi YUSUFİ MOLLA M. ŞERİF ÇELİK’e katkılarından dolayı teşekkürler ediyor, en kısa zamanda Rabb-ı Zülcelal onu ve arkadaşlarını özgürlüğüne kavuşturması temennisiyle…