Evet, el insaf… Ne oldu bize, neden böyle savrulduk? Eskiden değerlerimiz vardı, ilkelerimiz vardı. Eskiden düşmanlığın bile bir hukuku vardı; düşmanlarımıza karşı bile vicdan ve merhametten ayrılmazdık. Peki ne oldu bize? Neden böylesine acımazsız bir canavara dönüştük? Türkiye’nin merkezi Ankara’da yapılan bir katliamla (inşallah artmaz) 99 insanımız can verdi. Olay olur olmaz, insanlar can çekişirken, yaralılar yerlerde yardım beklerken birileri siyasi beklentilerle rakiplerini acımazsızca suçluyor, olayın faili olarak ‘katil’ diye suçluyordu. Ama hiç düşünmüyorlardı ve hiç kimse de sormuyordu; olayın hemen akabinde failleri böylesine kati bir şekilde bilebilmek için, ya saldırı emri veren ya da olayı gerçekleştiren fail olmak gerekliydi. Yani failleri kesin olarak bilebilmek için, işin içinde olmak gerekliydi.
Oysa yapılması gereken belliydi. Bu katliamın acısını duyanlar; ölenlere saygı duymalıydılar, yaralıların yardımına koşmalıydılar, eksik ve yetersiz gördükleri konularda yardımcı olmalıydılar. Ölenlerin taziyelerinde siyaset yapacaklarına, ölenlere dua etmeliydiler. Daha sonra da icraat makamında olan hükümetten emniyet ve sağlık gibi yetersiz gördükleri konularda hesap sorabilirlerdi.
Evet, devlet bütün vatandaşlarının ve ülkede bulunan misafirlerinin can, mal, din, namus, akıl emniyetlerini sağlamakla görevlidir. Bu konularda devlet ve hükümet, vatandaşları arasında ayırım yapamaz ve yapmamalıdır. Elbette bu konularda ve başka konularda şikâyet ve taleplerimizin muhatabı hükümet olacaktır. Ancak burada gördüğümüz o ki, ölen insanlarımızdan daha çok, hükümeti nasıl dövebilirim hesapları yapılmakta. Hükümeti dövmek, devirmek için bahaneler aranmakta…
Eğer art niyet yoksa olaylar ve davalar şahsileştirilmemeli. Şahıslar üzerinde yürümek daima insanı yanıltabilir. Oysa bilgiyle, iyi niyetle ilkeler üzerinde hareket etmekte daima fayda vardır. Bizim bugünkü büyük sıkıntımız da ilkesizliktir. İsimler ve çıkarlar üzerinden hareket edildiği için zikzaklar çizilmekte, bir türlü beraberlik sağlanamamaktadır.
Kan ve gözyaşları arasında ayırım yapılmaktadır. Yalan ve iftiralarla muhalifler suçlanmaktadır. Birileri karşındakilerin gözyaşlarına sevinirken, kendi acısına ağlamayanlara hakaretler etmektedir.
İnsanların farklı din, dil, ırk, mezhep, parti ve ideolojilere sahip olması gayet tabiidir. İnsanın kendisince doğru bildiklerine taraf olması da gayet tabiidir. Ancak tarafgirlik akıl ve vicdanlarımızı köreltmemelidir. Tarafgirlik bizi acımazsız bir canavara dönüştürmemelidir. Hiç kimse için aklımızı, vicdanımızı, dünya ve ahiret hayatımızı kurban etmemeliyiz. Hiçbir şahıs, parti ve ideolojinin yanlış projelerinin, nefretinin, şahsi düşmanlıklarının ve yanlışlarının aracı olmamalıyız. İnancımızı, insanlığımızı, vicdanımızın sesini ve insani değerlerimizi hepsinden üstün tutmalıyız.
Herkesin inancı, ideolojisi kendisine; Adalet, hukuki eşitlik, doğruluk, toplumsal fayda ki, bunların hepsi insani değerlerdir, bu değerlerde birleşmeliyiz. İdeolojik ve tarafgirlik saplantısıyla, kan ve gözyaşları arasında ayırım koymamalıyız. Her insani kendimiz gibi akıllı, şerefli ve hak sahibi kabul etmeliyiz. İnsanların farklı tercihlerine, farklı düşünmelerine ve farklı örgütlenmelerine saygı göstermeliyiz. Kendimize istediğimiz her hakkın başkalarının da hakkı olduğunu kabullenmeliyiz.
Faşist, zulüm, cinayet, özgürlük, demokrasi, eşitlik, Müslüman, münafık, barış… Kavramları için gerçekçi bir tanım üzerinde anlaşmalı ve bu tanımlara bağlı kalmalıyız. Birilerinin ağlatıldığı, mağdur edildiği bir yerde hiç kimsenin huzur bulamayacağını ve buranın Suriye ve Irak’a dönüştürülmesinin hepimizi yakacağını bilmeliyiz.
Kendi emperyalist çıkarları için dünyayı cehenneme çeviren ABD, İsrail, Almanya ve İngiltere… Gibi fitneci dış güçleri, tüm farklılıklarına rağmen komşu muhaliflerimize kurban etmeliyiz. Şeytani güçlere uymanın insanı cehennem ateşine sürüklediğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Huzur ve barışın yolu olan İnsani değerlerde buluşmak dileğiyle…