Herkesin yüzü, gözü, boyu, rengi farklı olduğu gibi; yemek yeme adabı, giyinme tarzı, yürüyüş şekilleri ya da bakış açısı, kendince kırmızı çizgileri, sakinliği vesairesi de farklıdır.
Her insan, Allah’ın birer mucizesi olma bahtiyarlığındadır kuşkusuz. Bu bilinçte olup ona göre davrananlar olduğu gibi, idrakinde olmadan hayatını idame etmeye çalışanlar da az değildir.
Dış görünüşümüz, dışarıdan bakılınca hemen tanınıyor ve az - çok kişiyi bir fikre sürükleyebiliyor. Ya dışardan bakılınca görünmeyen tavırlarımız, fikirlerimiz, imanımız..?
Sinemizde, şeytan ve avanelerine karşı bin bir türlü direnişle beraber ibadetler ile büyüttüğümüz ama kimsenin görmediği kısma bizler ihlas diyoruz...
İhlas çok farklı bir şey. Kimde olduğunu kimse bilmez. Tahminler yürütenler olur elbette ama işin aslı ve sırrı Allah’tan başka kimse bilmediği gerçeğidir. Şöyle de diyebiliriz; Kirâmen Kâtibîn bilmez ki sevap olarak yazabilsin, şeytan bilmez ki onu ordan alıkoyup, bozabilsin.
“...Ne yerde ne de gökte, zerre miktarı bir şey bile rabbinin bilgisi dışında kalmaz; bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa istisnasız apaçık bir kitapta yazılıdır.” (Yunus Suresi 61)
Bu durumda, kişi ne yaparsa da Allah’ın bilgi sahibi olduğu gerçeğini unutmamalıdır. Şöyle de üzerine ekleyebiliriz. Günahsız kimse yoktur. Herkes günahı ve sevabı nispetinde ceza veya ödüle tabi olacaktır şüphesiz. Çoğu kişinin günahını çok kişi bilir ama çok kişinin tövbesinden çoğunun haberi yoktur. Nasuh tövbe de böyledir.
Günah işleyen herkese Allah şöyle buyuruyor; “Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphe yok ki O, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Zümer Süresi 53)
Allah tüm günahkar kullarını böyle çağırırken bize ne oluyor ki günahkârlara cehennemlik damgasını vuruyoruz.
Bizler; Kur-an’i bakış açısına göre günahkar kişilerden değil, onların işledikleri fenalıklardan uzak durmak gerektiğini görmeyecek kadar basiretsizleşebiliyor muyuz..?
Bizim durmamız gereken yer “…Kul başkalarının hatalarını affettikçe, Allah da onun şerefini yükseltir...” (Müslim, Birr, 69; Tirmizî, Birr, 82) olması gerekirken dışardan bakılınca başka bir Hadis-i Şerif’te belirtilen şu husus gözlerimize çarpmaktadır. “İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, şayet zulmederlerse biz de zulmederiz, diyerek her hususta başkalarını taklit eden şahsiyetsiz kişiler olmayınız! Lakin kendinizi, insanlar iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kötülük yaparlarsa zulmetmemeye alıştırınız!” (Tirmizî, Birr, 63/2007)
Yukarda da belirttiğimiz gibi aramızda günahsız kimse yoktur. Ama “Kim arkadaşının ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter. Kim ki Müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurursa, Allah da onun ayıbını açığa vurur. Hatta evinin içinde bile olsa onu ayıbıyla rezil eder.” (İbn-i Mace, Hudûd, 5) başka bir rivayette; “Kim bir kardeşini (tövbe ettiği) günahı sebebiyle ayıplarsa, o günahı işlemeden ölmez.” (Tirmizî, Kıyâmet, 53/2505)
“Affetmenin lezzeti, intikam almanın lezzetinden daha güzeldir. Çünkü affetme lezzetini övgü, intikam alma lezzetini pişmanlık takip eder.” (Ebü’lHasen El-Mâverdî)
Bunları bile bile niye hep başkaları affetsin istiyoruz bilmiyorum. Halbuki biz silkelensek, ayağa kalksak, Allah bizimle olacaktır şüphesiz. Ah şu nefsim; nemrudi nefsim, firavuni nevsim, karuni nefsim... Niye Yusuf’un ahlakıyla ahlaklanıp affetmeyi bilmiyor... Halbuki bizler firavun, Nemrut ve Karun’u sürekli yereriz... Tam aksine Yusuf’u yere göğe sığdıramıyoruz. Ama nefsimiz bizleri Karun’a yaklaştırıp, Yusuf’tan uzaklaştırıyor...
Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi! (Ankebut 64)
Bunu bildiğimiz gün, monotonluktan çıkıp maratona doğru yol alacağız. Rabbim hakikatten ayırmasın bizleri inşallah, selamette kalın...