Yaşama hakkı, en başta gelen temel insan haklarından biridir.
“Kim, bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, bir kimseyi (haksız yere) öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide, 5/32)
Âyet-i kerime, insana verilen değeri net bir şekilde ifade etmektedir.
Açıkça diyor ki, masum bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibi günahkâr olur. Allah katında da cezası, o kadar büyük ve ağır olur. Buna mukabil bir insanın hayatını kurtarmak, bütün insanların hayatını kurtarmak gibi olur. Allah’ın katında, sevabı ve mükâfatı da ona göre büyük olur.
Yalnız iki hususu istisna ediyor. Birincisi, bir kimse başka birini öldürürse, ikinci husus da bir kimse, yeryüzünde fesat çıkarmak isterse öldürülebilir. Bu iki durum dışında insanın yaşam hakkı ortadan kaldırılamaz.
İnsanın en başta gelen hakkının, yaşam hakkı olduğunu gösteren birçok hadis vardır.
Yaşama hakkı insanın doğarken, Allah’ın verdiği temel haklardan biridir. Bir insanın bu hakka sahip olmadan, başka haklara sahip olunması mümkün değildir. Yani, diğer hakları da güvence altına alan bir haktır. Allah’ın verdiği bu haktan kimsenin, kimseyi mahrum bırakma hakkı yoktur. Her insanın canı kutsaldır. Her türlü tecavüzden korunmuş İlâhî bir emanettir.
Bir toplumda, bir suçun işlenmesi hem Allah’a itaatsizlik hem de topluma karşı bir saldırı ve haksızlıktır.
İslâm Dini’nin ana kaynağı Kur’ân ve Sünnet, aynı zamanda İslâm ceza hukukunun da ana kaynağıdır. İslâm’da cezalandırma, bir hedef değildir. İslâm’ın hedeflediği gayeye ulaşmak için bir araçtır. Suçluya verilecek ceza, toplumun hukukunu ve ortak değerlerini korumaya yönelik olmalı. Aynı zamanda suçun bir daha işlenmesine engel olacak miktar ve şekilde olmalıdır. Bu şartları da ancak İlâhî cezalar oluşturur. Bu da İslâm ceza hukukundadır/şeriatındadır.
İslâm’da, savaş hukukunda bile kadınların, çocukların ve yaşlıların öldürülmeleri yasaklanmıştır. İslâm Devleti’nde hem Müslümanların hem de zımnilerin can emniyeti vardır.
İslâm’da kesin olarak ifade edilmiştir ki, meşru bir sebep olmadan insanın kanını dökmek haramdır. Bir insanın öldürülmesini helâl kılan bu hak, Allah tarafından belirli ölçülere bağlanmıştır. İnsana tercih hakkı bırakılmamıştır.
Bunlar da,
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan olunmuştur:
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah, ona (kasten öldürene) gazap etmiştir, lânet etmiştir ve çok büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)
“Allah’ın haram kıldığı canı, haklı/meşru (bir sebep) olmadıkça öldürmeyin.” (İsrâ, 17/33)
Yukarıdaki âyetlerden anlaşıldığı gibi, kasten bir insanın öldürülmesi, kesin olarak
yasaklanmıştır ve bu suç işlenirse büyük bir günah işlenmiş olur. Cezasının da çok ağır olduğunu bildirmektedir.
Haksız yere adam öldürmenin, büyük bir suç ve günah olduğu, bütün Peygamberlerin getirdiği İlâhî ortak bir mesajdır.
“Ey imân edenler! (tarafınızdan kasten) öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” (Bakara, 2/178)
“Kim haksızlığa uğramış olarak öldürülürse, biz onun velisini (ölenin mirasçısını, kısas hakkını istemeye) yetkili kıldık. O da (kısasla) öldürme işinde (kendince daha fazlasını istemeyerek) aşırı gitmesin. Çünkü kendisine (zaten) yardım edilmiştir.” (İsrâ, 17/33)
Kısas sözlük anlamı, eşitlemek, misilleme yapmak, işlenen fiile denk bir fiille mukabele edilmesidir.
Hukukta kısas, kasten işlenen adam öldürme ve yaralama suçunun, failinin işlediği suç cinsinden, ona denk bir ceza ile cezalandırılmasıdır.
İslâm’da kısas farzdır. Yukarıdaki ayetler ve kısas cezası, İslâm’da can emniyetinin çok önemli olduğunu ifade etmekte. Ayrıca karşı tarafa kısas hakkı verilmeyle adâletin sağlanmış olduğu bildirilmektedir.
“Kısasta sizin için hayat vardır.” (Bakara, 2/179)
Bir insan, başka birini kasten öldürdüğü zaman, kendisinin de öldürüleceğini bildiği için ister istemez bundan vazgeçer. Ve ikisi de hayatta kalır. Böylece kısas, can emniyeti (yaşatmak) için olan bir ceza olmuş olur.
Kısasta hayat vardır. Cana can, göze göz, dişe diş, o kadar. Artık kimse, cinayete, suça, zulme, işkenceye ve haksızlığa kalkışmasın. Hadleri aşanlara hadleri bildirilmeli. Kısas haktır, adâlettir.
Kısas, bir ödeşmedir. Suçluya misli olan cezanın/âdil olan karşılığının verilmesidir. Ya da mirasçılarının fidyeye razı olmasıyla olur. İnsanın hayatına ve vücut bütünlüğüne yönelik, haksız tecavüzleri önlemiş ve adâleti sağlamış olur. Şahsî suçlarda, devletin suçluyu affetme yetkisi yoktur. Böylece öç alma ve kan davaları gütme olayları da önlenmiş olur.
Kısas özetle, kamunun ve mağdurun vicdanını rahatlatır. Suçlunun da vicdanını temizler ve teskin eder.
Demokrasiyle yönetilen ülkelerin çoğunda, idam cezası kaldırılmıştır. İdam cezasının kaldırılmasıyla suça pirim verilmiş olur. Birçok insanın hayatı tehlikeye atılmış olur. Bu da cinayetleri teşvik etmektir. Böyle bir teşvik insanlık dışı bir olaydır.
Kısas cezasının kaldırılarak, Allah’ın kanununa muhalif kanunlar konulmuştur. Allah’ın teşrî yetkisine müdahale edilmiştir. Bu açıdan demokrasi, İslâm ile örtüşmez.
Demokrasilerde, Allah’ın emrettiği kısas uygulanmadığı için, bu beldelerde insan hayatı çok ucuzdur ve bu durum, can emniyetinin olmadığının delilidir. Can emniyeti olmadığı zaman da, diğer emniyetler (mal, akıl, din ve nesil) de güvence altında olamazlar. Çünkü onların güvende olması için önce can emniyetinin güvencede olması gerekir.
Suçluya verilen cezalar da toplumun hukukunu ve ortak değerlerini korumaya yönelik değildir ve suçun tekrarlanmasını önleyecek miktar ve şekilden de uzaktır. Katilin kanunlar tarafından affedilmesi ve hafif cezalara çarptırılması mazluma, yakınlarına ve topluma karşı saldırıya zemin hazırlamaktır, haksızlıktır ve zulümdür.