Aile toplumun en küçük yapı taşıdır, aile bozulursa toplum bozulur, aile bağları koptu mu toplumun kıyameti kopar gibi türlü türlü cümleler kurarız. Bütün bunlar doğrudur.
Gelin bu binanın iki önemli kolonu olan anne-baba ile ilgili şu hikâyeye bir göz atalım haftanın şu belki de asık suratlı evden çıktığımız ilk iş gününde.
Evde eşiyle tartışmaktan canına tak etmiş adam şehrin arifine başvurdu; “Bu kadın artık dayanılır gibi değil. Allah Teâla’nın o sevmediği helali işlemek istiyorum” dedi. Arif adam; “Zaten bir ay içinde öleceksin. Boşanma formaliteleriyle uğraşmana değmez” dedi. Dedi demesine de adamın dizlerinin bağları çözüldü.
“Bir ay içinde ölecek miyim?” diye gayrı ihtiyari sordu. Arif zat: “Evet, bir ay içinde öleceksin” dedi. Bu ağır yükü sırtlanarak evine döndü. Eve varınca eşi mitralyöz gibi yine ona söyleyeceklerini sıraladı.
Aslında arif zat ona ölüm haberini verdiğinde zaten ölmüştü. Yürüyen bir ölü olarak eve dönmüştü. Vaziyeti karşılık vermeye elverişli değildi. Eşinin bütün sert çıkışlarına karşı nötralize olmuş, bir paratoner gibi eşi tarafından gönderilen sert elektrik dalgalarını içine çekerek toprağa vermişti. Hanımını sakinleştirmeye çalıştı: “Hanım bu konu bu kadar sinirleneceğin bir konu değil. Şu üç-beş günlük dünya için kendini böyle hırpalama!” dedi. Eşi, kocasının anlamlandıramadığı bu davranışlarına çok şaşırmıştı. Birkaç yönden yine saldırıya geçti ama sonuç değişmedi. Her seferinde eşi ona; “Hanım şu üç-beş günlük dünya için kendini böyle hırpalama!” diyordu her seferinde. Diğer yönden de kendisini ibadete vermişti kocası. Bu namaz senin, şu oruç benim diyerek kendini ibadete vermişti.
Kocasının sürekli bu nötr durumu karşısında o da değişmiş taarruzlarına son vermişti. Yıllardır süren evdeki kasvetli hava değişmişti. Yorgan gitmeden evdeki kavgalar son bulmuştu. Artık evlerinde şakalaşmalar, takılmalar ve gülüşmeler vardı.
Günler birbirini kovalıyordu ama ölüme dair hiçbir emare görmüyordu reis. Tekrar arife gitti: “Öleceğimi söylemiştin. Ha bugün ha yarın emaneti teslim edeceğiz, diye bekliyorum. Beni ölmeden öldürdün. Aylar geçti Azrail’den tek sinyal bile almadım.”
Arif zat tebessüm ederek: “Eşini boşadın mı? Son durumunuz nasıl?” diye sordu. Adam: “Hayır, kavgalarımız nasıl olduysa bitti. Her şey yolunda.”
Arif zat: “İşte ben de bu ortamı sağlamak için bir ay içinde öleceksin dedim ki, bir adım geriye atasın.”
Adam “Kusura bakma ama her ne kadar ölmediysem de manevi olarak her gün öldüm. Bana bir nevi yalan söyledin” dedi. Arif zat “Ben sana bir ay içinde öleceksin dedim. Bu ay içinde öleceksin demedim.” diye karşılık verdi. Ama arif zatın daha söyleyecekleri vardı: “Şunu hiç unutma evlat! Kavga iki diri arasında olur. Sana öleceğini söylediğimde psikolojik olarak zaten ölmüş oldun. Artık kavga edecek durumda değildin. Ne ölü kavga eder ne de kimse ölüyle kavga eder. Ölü gibi davrandığında kavganın bir parçası olmadın. Eşin de seni ölü gibi bulunca kavgaya tutuşmadı. Ve gördüğün gibi ailenizdeki kavgalar son buldu.”
Adamın merak ettiği bir şey daha vardı. “Peki, eşim de benim gibi ölüye yatsaydı, o da benim gibi davransaydı ne olurdu?”
“O zaman bunun adı aşk olurdu” dedi arif zat. O zaman “İtaat et, rahat et” formülünü değiştiriyoruz; “Eşine karşı ölü gibi ol, açılır sana huzur dolu bir hol.”