Hayatın içinde neler saklıdır. Sadece yaşayanlar bilir. Acısını çilesini hatta gülümseyebilmeyi...
Herkes kendi derdini büyük sanırmış. Ya da kendi mutluluğunu sonsuz bilirmiş. Duymak dinlemek istemezmiş. Başka başka kapıların ardında olanları...
Acaba kim daha mutsuz dur? Ya da kim daha mutlu? Aslında herkes mutludur. Nedenler sebepler aranmadan gülümsemelidir hayata.
Saat çok geç değildi. Ama kış ayı olduğundan hava erken kararmıştı. Sokakta bir bankta oturmuş, ağlayan bir kadının sesini duymuştu. Belli ki bir derdi vardı. Yanına gidip gitmemekte bir an tereddüt etse de, kendini kadının yanında bulmuştu. Mendil uzattı ağlayan kadına.
Başını kaldırıp hiç konuşmadan teşekkür etmişti. Ağlayanın bir anne olduğunu biraz sonra gözyaşları ile anlattıklarından öğrenmişti. Evladı hastanede yatıyormuş. Ve doktorlar her an kalp krizi geçirebilir, demişlerdi. Ne vicdansız bu doktorlar demek geliyor, insanın içinden. Ama onlar da mecburlar bilgi vermeye. Elbette doktorlarında kalbi var. Onlarında evlatları vardır. Ama meslekleri icabı anlatmakla yükümlüler.
Dinledikçe kendine dert ettiği mevzuların ne kadar önemsiz olduğunu anlamıştı. Akşamüstü rastladığı bir annenin yüreğinin acısı, ona ne kadar nasihat vermişti. Eşinin işten çıkma tehlikesi vardı. Üstelik borçlar da birikmişti. Çoluk çocuk geçim derdi derken, dertler nasıl birikmişti omuzlarına. Şimdi iki kadın yan yana oturmuşlardı. Hangisi daha dertli idi? Ölümden gerisine çare bulunurdu. Tuhaf ama bir an aklına bir türkü takıldı "Giden gelmez ki acep ne iştir." Gidenin geriye gelemeyeceği bir dünya hayatında, olduğunu hissetmişti.
Belki de unutmuş olduğu bir duygu ile tekrar buluşmuştu. Kadının yanından ayrılırken, acı bir tebessüm konmuştu dudaklarına. Oysa az bir zaman önce isyanlara uzanıyordu tüm kalbi ve beyni. "Ölüm "de hayatın gerçeği değil midir? Acı da olsa hepimizin bir şekilde yüreklerimizi yakacak gerçek.
İnancın, nasıl da güzel bir duygu olduğunu hissetmez miyiz? Ağlarken ya da... En çaresiz anlarımızda ellerimiz kalkar semalara. Dudaklarımız yüreklerimize tercüman olur. Gözyaşlarımız akar yanaklarımıza. Temizler eksilen duygularımızı. Dinleyelim bakalım ne demiş son Peygamberimiz (S.A.V.); "Kul, hayrıyla, şerriyle kadere inanmadıkça, kendine (hayır ve şerden) isabet edecek şeyi atlatamayacağını, (hayır ve şerden) kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını bilmedikçe iman etmiş olmaz." -Tirmizi, Kader 10, 2145-
Kaderden kaçılmıyor ise, sabır ile dua ile çareler aramalıyız, ölümsüzlüğün yaşanmadığı dünya hayatında.
Dertler bazen şerbet olup akar yüreklerimize. Hayattaki unuttuğumuz gerçek sevgilere ulaşmamızı sağlar. Ne acı ama bazen acılar bize yol gösterir.
Adını bilmiyorum? Kimi sana dert kimi sana çile diyor.
Kimi kader, kimisi ise imtihanımsın...
Ben ise sana Cennetime uzanan çakıl taşlı yolumdaki dikenli güllerimsin desem…
Sever misin beni?
Elime batmadan kokunu salar mısın yüreğime?
Gül bahçesi olan dünya hayatıma dikenlerini batırmadan,
Yürümeme izin verir misin Ey hayat?...
Gülümseyin acılarınıza Hayat sadece bir tebessümlük kadar kısa... Sevgili okurlarım…