Geçmişte insanlarımız mala mülke değil manevi değerlere önem verirlerdi. Öncelikleri çocuklarının din, iman, fazilet, erdem, vefa, fedakârlık gibi manevi değerlerini ön plana çıkarmak idi.
Alimlerimizde ilmi ALLAH rızasını kazanmak ve insanlığa faydalı olmak için tedris ederlerdi. Ancak zamanımızda ilim ALLAH’ın rızasını kazanma yerine geçim kaynağı oldu.
Ebeveynler çocuklarını artık manevi değerleri öğretmek ve bununla yetiştirmek yerine, meslek edinmeleri ve toplumda kariyer yapmaları için birer robota çevirdiler. Tek geçerli gördükleri akçe, çocuklarının okul okuyarak diploma alması, doktor, avukat, mühendis, bürokrat kısaca adam(!) olmasıdır.
Tek amaç çocukların diploma ve kariyer kazanmaya endekslemeleri olunca manevi değerler göz ardı edildi. Böyle olunca da diploma ve kariyer sahibi olan çocuklar zamanla toplumu, aile büyüklerini, inançlarını, geleneklerini ve maneviyatlarını tanımaz oldu.Sadece maddi değerlere önem verilip, maneviyat ve erdeme değer verilmeyince diploma ve kariyerin insana yeteceğini düşünen; paraya, mevki ve makama saplanan bir toplum haline dönüştük.
Sonra da dönüp soruyoruz bize ne oldu böyle? Bunu kendi çocuklarını düşünen ve geleceklerini sadece maddiyatta, makam ve mevkide gören ebeveynler olarak bizler yaptık. Bu konuda Aziz dinimiz İslam ile maneviyat önderlerimizin bize hangi yolu gösterdiklerine hiç bakmadık. Dinimiz bize ne buyurmuş bakmaz isek ve sadece çocuklarımızın diploma ve kariyer sahibi olmalarına kendimizi şartlandırırsak yozlaşmış ve manevi değerlerden uzak ve düşman bir nesil meydan gelir.
İslâm sûfîlerinden Zünnun el-Mısrî’ye, ilim ve para arasındaki münasebeti sorduklarında: "İnsanlar, eskiden ilim uğruna malını harcarlardı, şimdi ise ilim sayesinde para kazanıyorlar." demiş.
Müslüman toplumlar olarak zamanla özümüzden uzaklaştık. Nesilleri İslam terbiye ve ahlakıyla yetiştireceğimize maddi olarak yükselmelerinin önünü açtık. İlmi geçim kaynağı olarak görünce okuyan nesillerimiz ALLAH rızası ve İslam toplumuna hizmet etme gayesini unutarak kendi menfaatine endekslendi. Adam olmayı iyi bir maddiyat, diploma, makam ve mevkide gördü. Hayatını para ve mevki kazanmaya adadı. Oysa itikat, asalet, fazilet ve erdemden yoksun insanların ne hale geleceği herkesin malumudur. İslam Toplumu kendi rayından çıkınca yeni yetişen nesillerde de manevi savrulmalar oldu.
Makam ve mevkiye gelenler bu manevi sıfatlardan yoksun oldukları için amiyane tabirle, 'ne oldum delisine döndüler' Böylece ne inanç, gelenek ne de büyük tanıdılar. Ellerine fırsat ve yetki geçince de halka hizmet etmek yerine onlara olmadık eziyetler çektirdiler. İşte fıtraten manevi ve maddi iki kanattan oluşan insanın manevi kanadını kırarsanız olacağı budur. Böyle olunca İslam toplumu maalesef 'okumuş ama adam olamamış' kişilerle doldu. Toplumu ayakta tutan manevi önderler ve aile büyükleri yerine yetki ve kıymet sahibi bu zihniyetteki kesimler olunca, toplum iyice zıvanadan çıktı.
Askerlik yapanlar bilir, asker ocağı için, 'aslanın kediye boğdurulduğu yerdir' denir. Neden böyle denir? Çünkü sivilde bir baltaya sap olamamış nice kişi, bir kaç ay önce asker gidip üst devre olunca veya hasbel kader çavuş olunca, kendinin astı olan askerlere olmadık zulüm ve eziyet çektirir. Manevi yönü zayıf kalmış asalet, şahsiyet, fazilet ve doğru aile terbiyesinden de mahrum olan bu tip insanlar her yerde karşımıza çıkabilir. Bunlar bir kurumda, bir STK'da veya bir örgütte karşımıza çıkabilirler. Ellerine yetki geçince kendi egolarını tatmin etme yoluna giderek, insanları aşağılamaya başlarlar. Kendilerini Zaloğlu Rüstem zannederek, dev aynasında görürler. Oysa bu tip kişilerin aileleri ve toplum; onları 'okusunlar, adam olsunlar da halka hizmet etsinler' amacındaydı. Ancak manevi değerler askıya alınınca 'okumuşta adam olmamış' ukala tipler halka ve yakınlarına eziyet çektirmekten zevk alıyorlar ve güya kendilerini ispatlıyorlar. Lakin yaptıkları kaprisler ile toplumu felaket ve musibetlere sürüklüyorlar.
Onun için her şeyden önce 'adam olmak' önemlidir. Adam olmak yüksek makamlara gelmek veya lüks araçlara binmekle olmuyor. Adam olan bir makama gelince daha da mütevazileşir de insanlara hizmet aşkıyla yanar. Böbürlenme, kibirlenme ve başkalarını aşağılayıp kendini üstün görme İslamın ahlakı olmadığı gibi bu toprakların da ananelerinde yoktur.
Kimilerine göre “adam olmak” cibilliyetle / yaratılışla alakalı bir meseledir. Yani bir kimsenin mayası şayet bozuk, kumaşı kalitesiz ise ondan adam olmaz. “Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine yandığım cinsine çeker.” sözü, bu gerçeği ifade etmek için söylenmiştir. Mevlana Hazretleri de bir beytinde bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir: "Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok!.."
Bugün ümmetin şahsiyetli insanlara, şahsiyetli kurum ve yapılara ihtiyacı vardır. Sahabe gittiği yere şahsiyetiyle gitti ve orada iz bıraktı. Şahsiyetli ve nitelikli insan problemimiz var; Soğuk havalarda savrulamayan, eğilip bükülmeyen, irade beyan eden şahsiyetler yetiştirmeliyiz. Bunun için nesillerimizi her şeyden önce manevi ve ahlaki değerler ile donatmalıyız. Unutmayalım ki; ahlaklı, faziletli ve erdemli insanlarda yetki; adaleti tesis eder, tersinde ise zulüm aracına dönüşür.
Yazıyı bir dostumun diploma sahipleri ile fazilet ve asalet sahiplerini kıyaslarken söylediği çok güzel bir söz ile bitirmek istiyorum: "Asalet, ALLAH'ın verdiği nimetler karşısında kendini kaybetmemektir."
ALLAH(CC), bizleri verdiği nimetler karşısında kendini kaybetmeyenlerden eylesin...
Selam ve dua ile...