Bir dava var şuan gündemimiz ve gönüllerimizde. Öyle bir dava ki; taa Hz. Âdem’den başlayan bir dava. Habil’in haklılığı kadar berrak olduğu gibi, kapkara olan Kabil’in kalbine dahi hoş görüyle bakabilecek bir dava. Habil’in iyilik süvarileri bir yerlerin ahlaki çöküntüsünü engellemek adına boy gösterdiği zamanlarda, Kabil’in kara duman konumundaki haramilerini hep karşılarında görmüş, mücadele etmişlerdir. Tarih, hak ve batıl mücadelelerini sayfalarında hep not etmiş, hak tarafın adlarını iyiliklerle yâd ettiği gibi, batıl tarafın isimlerini ise lanetle yâd edilmesini sağlamıştır. Bu mücadelelerde Calut, Nemrut, Firavun’ların ölümleri olduğu gibi, Zekeriya ve Yahya’lar da ruhlarını emanetçilerine teslim edip şahadet makamlarına ulaşmışlardır. Hak ve batılın başladığı ilk günlerden itibaren süregelen ve kıyametin kopacağı zamana kadar da devam edecek olan bir dava.
Öyle bir dava ki; tüm vicdan sahiplerini, içinde insani vasıfları bulunduran tüm insanları, hak ve hakikatlerin bilincinde olanları kendinde barındırır. Öyle bir dava ki; bazı fertleri Hz. Yusuf (a.s.) gibi suçsuzlukları alenen orta yerde olmasına rağmen kendi egolarını tatmin etme ve karşılarına kimselerinin çıkmaması adına yıllarca haksız bir şekilde zaviralarda unutulmaya yüz tutuldular. Haklılıkları çıkmaması için olan güçleriyle gayret ettiler.
Öyle bir dava ki; bazı fertleri, Cafer (r.a.) ve Osman (r.a.) gibi dayanılmaz acı ve ızdırabını gurbetin en çekilmez yanlarını dahi göze alarak esfeli değil eşrefi seçerek hicret yolunu tercih ettiler. Gittiler gözleri yaşlı ama izzetlice gittiler.
Öyle bir dava ki; bazı fertleri, Habbab (r.a.), Bilal (r.a.) ve Ammar (r.a.) gibi hak ve hakikatten uzak kalmalarına kapı aramaları için en ağır işkencelerden geçirildiler. Öyle işkenceler ki, yazmaya hayâm müsaade etmez. Hak davalarından vazgeçmeleri için ama nafile Allah onlara iman tadını tattırmıştı. Hakiki imanı elde edip adeta kâinata meydan okuyorlardı.
Ve öyle bir dava ki; bazı fertleri de, İslam’ı yaşamak ve yaşatmak için birer öğretmen oldular. Gecelerini gündüzlerine katarak yorulmak nedir bilmeyen bir azim ile sebat ve gayretlerle ceht ettiler. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den sonra peygamberlerin gelmeyeceği bilinciyle milleti cehaletten kurtarabilmek adına birer mirasçı olduklarını unutmadan sürekli tavsiyelerde bulundular. Ta ki, Rab Zülcelal’in bu dünyadaki azminizi takdir ettim, hayde yanıma gelin, sizler görevlerinizi en iyi şekilde yaptınız deyinceye kadar. Sizlerin görevlerini de Müslüman kardeşleriniz yapacak demesiyle rahatlayan Mus’ab Bin Umeyr (r.a.), Hamza (r.a.) ve Hüseyin (r.a.) gibi İslam yolunda pak ruhlarını teslim ederek Peygamberlerin sofralarına ortak olup komşu oldular.
Zaman geçti, insanlar değişti, algılar çoğaldı, teknoloji had safhaya ulaştı ama hak ve batıl mücadelesi hiç değişmedi ve değişmeden de devam edecek. Dün bu kadar seçkin insanlara bu tür haksızlıklarla yurtlarından ederlerken, işkenceye tabii tutulurlarken, hiç yere zindanlara doldurulurlarken ve en mukaddesatları olan canlarına dahi kast edilirken, maalesef bu günkü Müslümanlar da aynı sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardır. Yazımın başında demiştim ya hakikaten de öyle yani nebevi metoda bire bir uyuyor.
Hepimizin bir şeref olarak gördüğü istiklal mahkemelerinde Üstad’ın tavrı, değişen isim ve insanlara rağmen bu günde istiklal mahkemelerini aratmayacak şekilde aramızda. Yıllar 1943’ü gösterirlerken, hak davayı anlatırken yargılanan Üstad’ın o kadar insancıl taraflarına rağmen kendini bilmez hâkimin söylediği söz, başındakini çıkar. Niye çıkarsın denilirse İslam’ın şiarı diye cevap verecek. İslam’a beslenilen tavır öylece körü körüne bir kin ve nefretten başkası değildi şüphesiz.
Dedik ya zaman geçti insanlar değişti, ama İslam’a tavır alanlar hiç değişmediği gibi, İslam’ın izzetini üstlerinde taşıyıp izzetlice duranlar da hep var olmuşlardır. 6-8 Ekim’de kurban etlerini fakirlere dağıtırlarken vicdanlardan yoksun kişiler tarafından hunharca katledilen Yasin ve Arkadaşları’nın mahkemesi vardı birkaç gün önce. Tek isteği evlatlarının katilleri cezaya çarptırılması olan acılı babanın (MEHMET GÖKGÖZ) figanlarını duymayan hâkimin söylediği de sistemin hiç değişmediği gerçeğidir. Üstad’a başındakini çıkar diyen ve Şehit Hasan’ın babası Mehmet Amcaya başındakini çıkar diyen hâkimin hiçbir farkı yoktur. İkisinin de İslami şiarlara tahammülü yoktur. Demezler mi adama sen işini yap ne yapacaksın başımdakini. Ya da sen berber misin kardeşim! Hâkimsen hâkimliğini yap ve taze olan acımıza sebep olanları cezalandır.
Mahkeme hâkimi görevini unutarak Mehmet Amca’nın başındakiyle uğraşırken haklarında onlarca suçlama ve delil olmasına rağmen 4 sanığın tahliyesine savunmalarını bile yapmamışken karar verme hukuksuzluğuna göz yumdu.
Bu kadar hukuksuzluğa, vurdumduymazlığa, sıkıntılara rağmen inananlar hak olarak gördüğü yoldan asla sapmayacaklardır. Belki bu dünya istediğimiz şekilde güllük gülistanlık olmayabilir ama biz hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz. Bu dünyada hakkımızı aldık ne ala, almadığımız zaman kimsenin yalan söyleyemeyeceği, yalancı şahit tutamayacağı, zorla imzalatılan dosyaların olmayacağı mahkeme-i Kübra’da hakkımızı teker teker a-la-ca-ğız…
Haksızlığa göz yumulmayan günlerin yakın olması duasıyla…