Zaman hızla akarken.. Bizlerden neler götürdüğünün farkına bile varamıyoruz. Zamana suç atarak ne kadar da günahsız Yaşıyoruz?... Sobalarımız vardı. Üstüne güğümler koyardık. Sıcak suyumuz akmazdı. Zor geçerdi kış ayları... Bir kar yağışını severdik. Kardan adam yapardık. Ellerimiz üşüse bile dudaklarımızda hep bir gülümseme olurdu. Ey gidi yıllar...nasılda akıp geçtiniz. Akıp giderken ömrümüzden, belki şartlarımızı düzeltiniz. Kocaman bir "ama" bırakarak... Nerde şimdiki rahatlıklar!!! Hayata yenilmiş olarak başlamamıştı... Ama kader işte daha çok küçük yaşta yetim kalışıyla herşey değişmişti. O şimdi güçlü bir kadın, merhametli bir dost, süper bir anneydi. " Sabahın ayaz soğuna uyanırdık. Yataktan kalkıp soğuk su ile yüzlerimizi yıkıyacağımızı düşününce içimiz ürperirdi."diyerek anlatmaya başlamıştı. Şuan kaloriferli evinde bu sohbeti yaparken, gözleri dolu dolu oldu…"
Ne günlerdi ..."Yaşları 50 ve üstü olanları dinlemek hep Hüzün verir bana. Hem ders alır hem de nasıl hayatlar yaşanmış diyerek nefes almaya çalışırım. Karşımda yine 70'ine merdiven dayamış çileli bir kadın oturmakta idi. Bir dirhem de olsa ders alma adına dinlemeliydim... Çok okuyan mı? Çok gören mi? Bilir...
Elbetteki yaşayan bilir. Acı bir tecrübe, bin nasihatten daha etkilidir. Bizler kederlerimize hayatımızın en büyük nasihatı olarak bakabilsek?... Neler değişir yaşantılarımızda. Sanki hikaye edilmiş bir hayat dinler gibi dinlemeliyiz. Gerçi şimdiki nesiller hikayede okumuyor ya. Okudukları saçma sapan "aşk" romanları. Son zamanlarda sıklıkta yayınlanan romanlar da ya da tv dizilerin de, genç beyinlere hayatı tozpembe olarak empoze etmeye çalışıyorlar.
Zengin hayatlar... Bir şekilde değişen mucizemi yaşamlar... Yada yolunda gitmeyen evliliklerde boşanmalar…Aldatmalar... Çile çekmek?...aaa nedir ki o? Mecbur muyuz çekmeye?...demeyin. Tuz acıdır değil mi? Peki, yemek tuzsuz olur mu? Hayatımızın tuzu hatta baharat çeşitleridir, dertlerimiz… Halk dili ile "çileli yaşam." Çile çekmek: kökeni tasavvuftan gelen ve ''herkesi kendinden üstün görme'' olgunluğuna erişmek üzere son derece zor şartlar altında geçirilen süre ile ilgili bir deyim. Eğer herkesi kendimizden üstün görürsek, Nefsimizde kibir ve gurur barınmaz. "Allah'tan gelene Elhamdulillah " deriz. Bir anlık düşüncelere dalışımı narin ses tonuyla noktaladı. Anlatmaya devam etti; bizler yine rahat hayatlar yaşadık.
Ninelerimiz çok daha zor şartlarda yaşamışlar. Kışın buz gibi akan su ile abdest alırdık. Yine de namazlarımızdan vazgeçmezdik. Okula giderken harçlıklarımız olmazdı. Akşamdan kalan soğuk köfte ekmek (her zaman olmazdı, olunca nasıl sevinirdik) beslenme çantamızda yer alırdı. Okula yürüyerek giderdik. Nerde servis arabaları… Hatırladığım kadarıyla 9-10 yaşlarındaydım. O kış annem bana çizme alamamıştı. Eski çizmemden ayağıma kar suyu giriyordu. Ama annemin alma gücü olmadığında söyleyememiştim.
Aylarca yanıma aldığım yedek çoraplarımı okula gidince değişerek idare ediyordum. Ta ki romatizma hastalığına yakalanıncaya kadar. Canım yengem(amcamın eşi)durumu öğrenince elimden tutmuş beraberce bana çizme almaya gitmiştik. Bana siyah bir bot aldı. Nasıl mutlu olmuştum. Ne markası vardı. Ne de pahalıydı üstelik.
Sadece ayağımı sıcak tutacaktı. Sabah olmasını çizmelerimi giymeyi sabırsızlıkla beklerken uyuya kalmıştım. Küçük mutluluklar ile mutlu olan nesiler iken, şimdi doyumsuz insanlar halini aldık. Bir Hadis-i şerifte, (Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı! Öleceğini hiç unutmamalı!) buyuruldu. ‘Aza kanaat etmeyen, çoğunu hiç bulamaz’ demiş atalarımız.
“Ey burnu kanasa hemen kadere küsüp yüzünü ekşiten, gülden hiç ders almıyor musun? Bütün yaprakları tek tek yolsan, gül yine de gülmekten vazgeçmez. Hem bilmez misin ki, başına gelen sıkıntılar aslında daha büyük bir sıkıntıya set olur da, başındaki belayı def eder. O halde yüzün gülsün.”(Mevlana)
Hayatımızı mutlu veya huzursuz yaşamak bizlerin elindedir.
Her şeye rağmen gülümseyin Değerli okurlarım...