Yıllar önceye dayanan bir dava birkaç gün önce basına düşen haber ile tekrar gündeme geldi. Daha çok gündemde yer edinmesi gerekirdi ama maalesef hukuksuzluğa maruz kalan bir mazlum ise pek gündemde yer edinemiyor. Gerçi gündeme geldi dersek biraz abartmış oluruz. Çünkü bir ya da iki haber sayfasında boy göstermekle yetinildi sadece. Hâlbuki konu bakımından o kadar vahim bir dosya ki nerden tutarsan elinde kalacak cinsten.
Dosyada öyle hukuksuzluklar var ki akla ziyan. Düşünebiliyor musunuz? Dosyanın sahibi olan M.Şerif ÇELİK 20 günlük evli, imam-hatiplik yapan bir devlet görevlisi ve görev gereği İslamiyet’i insanlara anlatıp, güzel ahlakı aktarmak için uğraş gösteriyor. Batman’a ailesinin yanına geliyor ve burda tutuklanıyor. İlginç olan daha yeni başlıyor. Emniyet müdürlüğünde gözaltında tutulduğu müddet zarfında dini terimleri kullandığı için Hizbullah ile bağdaşlaştırılmak isteniyor ve üyesi olarak gösterip ceza evine gönderiliyor. Allah aşkına bir imam dahi dini terim ve söylemleri kullanamıyorsa kim bu halkı bu cehaletten kurtaracak.
Bu 20 günlük evli olan genç imam gözaltına alındıktan sonra emniyet müdürlüğünde, o yılların modası olan Filistin Askısı, çıplak ve ıslak olan vücuda elektrik vermek ve ağza almaya dahi hayâ ettiğim türlü türlü ağır işkencelere maruz kalıyor. Bu işkencelerin ardından istedikleri emellere ulaşamamış ya da kinlerinde o kadar azıtmış olan sözde devlet kolluk görevlileri, çeşitli entrikalara başvurmaya başlıyorlar. Okunulmasına müsaade edilmeyen tutanaklara zorla imza attırılıp cezaevine gönderiliyor.
M.Şerif ÇELİK’in gözaltına alındığı yıllar karanlık ellerin istedikleri gibi at koşturduğu vakitler olduğu için, abisi hayatından endişe edip canı pahasına kardeşini emniyete sorduruyor. Emniyet müdürlüğüne kardeşini sormaya giden abisi de sorgusuz sualsiz yaka paça gözaltına alınıyor. Tek suçu kardeşinin sağ mı ölü mü, sağ ise nerdedir sorularına cevap almak isteyen ağabey de işkencelerden nasibini alıyor. Uzun bir işkence maratonundan sonra ağabey de cezaevine gönderiliyor. Ve ancak kardeşiyle orada yani cezaevinde karşılaşabiliyor.
Haberde yer aldığına göre “1997’de dayatma ile yargılandığı olayın faili Ö. Yakalanıyor ve alınan ifadeler neticesinde beraat ediliyor. Tam da insanın geçte olsa adalet yerini buldu diyeceği sırada başka bir skandal patlak veriyor. İşkence gördüğü emniyet müdürlüğünü 1994’ün sonlarında Bingöl Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu gerekçesiyle, ona işkence eden işkenceciler yakalandığı mahallede her kimi yakalamışlarsa onun ismini de dosyanın bir yerlerine monte etmeye karar vermişler. Bu şekilde intikamlarını alıp onu da cezalandırma yoluna gitmişlerdir.
Sonrasını da haberin devamında şöyle sıralıyor mağdur; “20 Mart 2002’de Şırnak Emniyeti’nin Paralel Devlet Yapılanması’nın kumpasçı polisleri imam-hatiplik görevini yaptığım İdil’den beni alıp Şırnak Emniyetine götürdüler. Aynı olay, aynı tanık, aynı ifade, aynı mahkeme 18 Aralık 1997’deki yüzleştirmeden sonra suçsuz olduğuma kara verdi ve beraat ettim. 27 Ağustos 2003’teki yüzleştirmeden sonra beni ‘suçlu’ bulup müebbet hapis cezası verdiler. Hiçbir şey farklı değil iken bir heyet beraat, diğer heyet ise müebbet veriyor. Bunun mükerrer dava olduğu ve CMUK’ un 253/3. maddesine de aykırı olduğu açıktır. Yasaya dayanarak bana yapılan işkenceler sebebiyle polislere açtığım davanın mağduruyum.” Bu kadar mı adalet yerlerde sürünür anlayabilmiş değilim.
Bu kadar mı hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku göze batar kavrayabilmiş değilim. Sadece kanuni hakkını kullanma talebinde bulunduğu için, tüm çelişkilere rağmen işkencecileri memnun etmek için hayatları karartabiliyor bazı kara yüzlüler. Necis olan mahkeme yetkilileri kabih olan arkadaşlarından yana karar verebiliyorlar.
Ama unutmasınlar Paralelciler bu ve buna benzer mağdurlara iftirayla beraber karalama kampanyası yaptıkları için muzaffer olamadılar. Ya da mağdurların ahı indirdi şahı da diyebiliriz. Diğer bir söyleyeceğimiz de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söylediği şu söz olacaktır. “Aleyhinize dahi olsa adaletten ayrılmayınız, adil olunuz. Çünkü adalet, İslam’ın özüdür, mülkün de temelidir. Bir devlet kâfir bile olsa adalet sayesinde ayakta durabilir, ama Müslüman bile olsa adaletten yoksunsa yıkılmaya mahkûmdur.”
Bu hadis aynı zamanda şu anki hükümet yetkilileri için de geçerlidir. Şayet yönettikleri devletin zindanlarında hala mazlum ve günahsız kalanlar mevcut ise veballeri onları da üzerinedir. En kısa zamanda heyetler oluşturulup dosyalar incelenilmedir. Bu günahtan korunmanın başka çıkar yolu olmadığını sağır sultan dahi biliyor.
Ey Hükümet yetkilileri, Adalet Bakanlığı; suçlu ve suçsuzları ayırmanın zamanı gelmedi mi? Ne zamana kadar kafalarınızı kuma gömüp görmemezlikten geleceksiniz bu zulümleri? Mazlumun bedduasından korkmanın vakti gelmedi mi?
Hakkaniyet ve adaletin hüküm sürdüğü yarınlar uzaklaşmadan bu günlere gelmesi temennisiyle…