Tarihler kara bir asrı gösteriyordu. Kara asrı yaşayan vakit, olduğu andan iğrenti içerisinde iğrençlikleri kaydediyordu. Karalığı o kadar karaydı ki, beyazı dahi görmek mümkün değildi adeta. Kara yüzlüler, kabih suratlarıyla karanlığın çökmesini bekliyorlardı. Karanlık onlar için bulunmaz nimetti çünkü. Temiz ve fıtratları berrak olanları istemiyorlardı bölgelerinde(!). Güya bu şekilde istedikleri gibi at koşturtacak, milleti karanlık çattı, hayde yatın mahiyetiyle uyutacaklardı. Akıl babalarının planladıkları gibi yeni nesli bu edayla daha rahat bir şekilde empoze ederek kontrol altına almayı hedefliyorlardı.
Ama bilmedikler bir şeyler vardı. Allah’u Teala hiçbir şekilde kullarını sadece küfür ve zulüm ile baş başa bırakmamıştı. Gâh Nemrut’a karşı İbrahim yetişti mazlumların imdadına, gâh Firavun’un zulmüne başkaldıran Musa’lar şahlandı imanlarıyla. Gâh Eyyub’lar sinelerinde his etti türlü türlü hastalık ve imtihanları, gâh Yusuf’lara mesken olmuştu zaviralar. Gâh Ashab-ı Uhdut’lar ateşe atılıyordu, gâh Ashab-ı Kehf’ler zulümle gelen zevk-u sefadan, ihtişam ve görkemden kaçarak ölümü göze alarak mağara görünümünde Allah’a sığınıyorlardı. Ama zulme asla baş eğmiyorlardı.
İyilik ve güzel ahlak hep vardı zorbalıklarıyla gelen zalimlere inat. Hakiki imanı elde eden sayısız yiğitleri ağırladı han denen bu âlem. Namertlere göğüslerini siper eden nice civanmertlere ev sahipliği yaptı aylak aylak dolaşa durduğumuz bu kâinat. Her sabah doğuyu ve batıyı aydınlatan müjdeci bir güneş gibi etrafını aydınlatan dava adamlarına şehadet etti tarih. Her bahar, yolcuları selamlayan çayır çiçekleri gibi, ıssız dağ yamaçlarında sessizce dolaşan bir rüzgâr gibi, berrak bir yaz gecesi gülümseyen bir hilal gibi, Hakk’ın adını zikrederek çırpınan dalgalar gibi insanlığın kurtuluşuna kanlarıyla reçete sunan Yasinler, Hasan- Hüseyn’ler, Riyad’lar gibi nice suskun hatipleri dinledi, şahit oldu sağır olmayanlar.
Onlar dediklerini dediler de biz dinledik mi, yoksa sağır olanlardan mı olduk? Hakkın emirlerine sıkıca kulağını kapatanlarla yan yana mı durduk? Yoksa bu barbarlığın alasını yaparak yamyamları savunanlardan mı olduk maazallah…
Her insanın yüreğinin parçalanacağı bu cinayetlere karşı vicdanın sesi olmak lazım gelir. Bu olaylar sıradanlaşırsa acımasız katiller her yerde kol gezer ve insanlık top yekûn perişanlaşır. Ama görünen o ki mahkeme heyeti duruşmayı tiyatro sahnelerine benzetmiştir. Bir, iki, üç derken dört ve beşinci sahneleri de izlettireceği görünüyor. Aslında mahkemenin tutumu ve akışı adeta bu şehit aileleri ve sevenlerini cezalandırmaya yönelik gibi duruyor, ha bire erteliyor. Oysaki kukla da orta da kuklacı da…
Enkara adliyesi, en kara günlerinden birini daha yaşadı. Mahkeme salonunda Şehit Hasan GÖKGÖZ’ün bağrı yanık babası Mehmet Amca’ya tekme atan densiz katil sahnesi var ki akla ziyan. Bu sahnede katil, temsil ettiği davanın savunucularının ne kadar da bedbaht olduklarını gün yüzüne çıkarıyor. Gözde yaşarma yok, kalp katılaşmış, hayâsızlığı ayyuka çıkmış vaziyette pişkince verilen rolü oynamaya çalışıyor. Ve aslında korkuyorum ki hâkim iyi halden bu sıfatsıza ceza indirimine dahi girişebilir(!).
Şükür ki şehitlerimiz bu yamyamların karanlık yüzlerini ak kanlarıyla beraber tevhit sancağının gölgesi altında el âleme göstermenin galibiyetini yaşattılar. Ve “…Allah emrinde galip olandır, fakat insanların çoğu bunu bilmezler” (Yusuf 21) ilahi buyruğunu yüksek sesle dile getirdiler. Bizler de haykırıyoruz ki, galip gelene kadar yollarını sürdüreceğiz ve şehitlerimizi unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız…
Ey adalet sahibi Rabbim; sen her şeyi duyan, işiten ve görensin. Bu adaletsizliklere karşı bizlerin vekili sen ol, ne mutlu onlara ki vekili en Adil olandır. Vekilimizin Allah olduğu günlerin yakın olması duasıyla…