Asrımızın insanının hastalıklarından biride sabırsızlık hastalığıdır. Teknoloji ve kitle iletişim araçlarının bu kadar ilerlemesine rağmen günümüz insanında atalet, hantallık ve sabırsızlık hastalığı kendini gösteriyor.
Geçmişte insanoğlu aylarca yapamadığı bir işi, birkaç saniyede yapabilmesine karşın tam aksine çok aceleci ve zaman bulamamaktan şikayet ediyor. Kime baksak çok yoğun, işi acele, kendine ve ailesine ayıracak zamanı bile yok.
Peki, bu neden kaynaklanıyor? Geçmişe göre zamandan epey kazanan insan nasıl oluyor da zaman bulamıyor? Bu tamamen kişinin kendini şartlandırmasından kaynaklanan bir hastalıktır.
Bugün insanoğlunun başına ne geliyorsa acelecilik hastalığından geliyor. Sosyal hayatımızdan tutun, iş hayatımıza kadar her alanda başımıza ne geliyorsa; şeytan işi dediğimiz acelecilikten geliyor.
Konunun daha iyi anlaşılması için yaşanmış bir hikaye ile devam edelim:
Selef alimlerinden varlıklı bir zat, evlendikten kısa bir süre sonra ilim okumak üzere eşine ihtiyacını karşılayacak miktarda altın vs. bırakıp ilim tahsili yapmak üzere memleketinden ayrılıyor. Tam 30 yıl ilim tedris ettikten sonra evine dönmeye karar verir. Memleketine dönerken bir konak mesafedeki handa geceler. Han sahibi yaşlı ve hikmet ehli bir zattır. İlim ehli zatın davranışları dikkatini çeker. Kim olduğunu ve ne yaptığını sorar. O da, ilim ehli olduğunu ve 30 yıldır evinden ailesinden uzak olduğunu vs. durumunu anlatır. Yaşlı zat, ilmine rağmen bunun sabırsız biri olduğunu görür ve:
“İlmin başı nedir?” diye sorar.
"Marifetullahtır, Besmeledir, Fatiha’dır, Nasara Yensuru'dur vs." dese de yaşlı adamın istediği cevap değildir.
Yaşlı zat, sorunun cevabını ancak bir yıl yanında kalması şartıyla söyleyeceğini bildirmiş. İlim ehli zat kararsız kalmasına rağmen sonuçta 30 yıllık ilmi boşa gider endişesiyle kalmaya karar verir. Bir yılın sonunda yaşlı zat sorunun cevabını şöyle vermiş: "İlmin başı sabır'dır"
Bunu duyan ilim ehli zat sinirlenmiş ve: “Sen beni bir kelime için mi bir yıl beklettin. Ben sabrı bilmiyor muyum? İstersen sana sabır hakkında saatlerce vaaz edebilirim. Yüzlerce ayet, hadis okuyabilirim, sabır ile ilgili kitap yazabilirim vs." demiş.
Yaşlı zat, "Doğrudur sen bunların hepsini yapabilirsin ancak, sen sabrın kendisini tanımamışsın. Şimdi gidebilirsin, yalnız acele karar verme, sabret sonra karar ver.” diye nasihat etmiş.
İlim ehli zat yola koyulmuş ve gece vakti evine varmış. İçeri girmeden önce pencereden bakarken eşinin yanında genç bir delikanlı görmüş. Genci eşinin dizine uzanmış samimi bir halde görünce hiddetlenmiş ve hançerini çıkararak ikisini öldürmeye niyetlendiği sırada yaşlı adamın sözlerini hatırlamış ve sabretmeye karar vermiş.
Köyün camisinde sabahlarken, sabah namazı sonrası bir alimin cemaate vaaz ettiğini ve biraz dikkatli bakınca, bu kişinin eşinin yanında gördüğü genç olduğunu anlamış. Kendisini tanıtmadan bu kişinin kim olduğunu sormuş. Aradan yıllar geçmesi nedeniyle kendisini tanımayan komşuları, bu gencin babasının yıllar önce eşini bırakıp ilim tedris etmek üzere gittiğini ve halen gelmediğini, gittiğinde eşinin hamile olduğunu bilmediğini ve o gittikten sonra eşinin, doğan erkek çocuğuna, 'o ki, baban ilim için gitti sende alim ol' diyerek en iyi alimlerin yanına gönderdiğini ve oğlunun bölgenin en iyi alimi olduğunu söylerler.
Yaşlı adamın söylediklerinin ne kadar kıymetli olduğunu yeni anlar. Çünkü eğer sabretmese, karısını ve oğlunu öldürecek ve okuduğu 30 yıllık ilmi ile dünya ve ahiretini heba edecekti.
Bizlerde okumamıza, her konuda kendimizi bilgi sahibi bilip her konuda fikir beyan etmemize rağmen son noktaya gelince maalesef sabretmiyoruz ve bütün bilgi ve emeklerimizi heba ediyoruz. Sabretmesini bir bilsek, belki de başımıza gelen musibet ve olayların hiçbiri gelmeyecek. Hakkıyla sabredenlerden olmak dileğiyle… Wesselam...