Osmanlı’nın yıkılışının hemen ardından, kurulan Türkiye Cumhuriyeti, maalesef o tarihten bugüne kadar Laik bir yönetim biçimi ile yönetiliyor. Yani, İslami bir yönetimden, gayr-i İslami bir yönetime geçiş gerçekleşti. Hem de bu geçiş, dayatma ve zorba bir şekilde gerçekleşti. Türkiye’nin tarihi incelendiğinde bu baskıları dayatmaları zulümler net bir şekilde görmek mümkündür.
Dayatmacı bir şekilde kurulan Türkiye Laik Cumhuriyeti… Türkiye topraklarında yaşayan insanlar, bu yeni yönetime oldukça yabancıydı. Nasıl yabancı olmasın ki, sizin hayatınız İslam ile devam ederken, birden bire birileri çıkıp, dayatmalarla / baskılarla/ diktatör bir şekilde sizin yönetim biçiminiz “laiklik”tir. Siz laiksiniz ve laik olmalısınız. Ya laik olacaksınız, ya öleceksiniz, yâda bu topraklardan def olup gideceksiniz. Mantık bu. Bu mantık hiçbir zaman değişmedi.
Oysaki bu topraklarda yaşayan insanlar, iman ehli insanlardır. Laiklik dünyevileşmedir. Laiklik ahireti hesaba katmamaktır. Laiklik, Allah bu dünyaya karışmaz dilediğim gibi yaşarım demektir.
Cumhuriyetin kurulmasına öncülük eden kadrolar, laikliğe karşı gelen herkesin yüreğine korku virüsleri saldılar.
Nitekim tarihe baktığımızda Türkiye toprakaltında laikliği kabul etmeyen İslam âlimleri ya idam edildiler, ya sürgün edildiler. Bir kısım ulemada köşesine çekilmek zorunda kaldı. İskilipli Atıf hocayı kim idam etti? Mehmet Akif Ersoy niçin Mısır’da vefat etti? vs.
Bu dayatmacı/ zorba /fanatik laiklerin baskısı, 28 Şubat 1997 yılında vahşi yüzünü bir kez daha göstermiştir.
Günümüzde bu, fanatik romantik laikler yine bu sistemi benimsemeyen insanlara her türlü hakareti yapmaktadırlar. Sanki bu topraklar, sadece kendilerine zimmetlenmiş. Meczup laikler, her seferinde İslam’a ve dindar insanlara, yobaz/gerici gözüyle bakarak kendilerini yönetici(!) dindar insanları ise ülkenin köylüleri taşralıları olarak görmektedirler.
Laiklik bu toprakların mayası değildir. Bu toprakların mayası aziz İslam’dır. Sürekli Özgürlükten söz eden, fanatik romantik laikçiler, nedense İslam’a ve Müslümanlara hiçbir hak, hiçbir özgürlük tanımıyorlar. Özgür bir hayat, sadece onlar için olmalı. Çünkü onlar seçilmiş kutsal insanladır(!)
Sözcü Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, 28. 04. 2916 tarihli “Laiklik Kadındır” başlıklı bir makale kaleme aldı. Kendince farklı bir bakış açısı vermiş laikliğe…
Özdil yazısında, “Keriman Halis Ece’dir laiklik. Sabiha Gökçen’dir. Halet Çambel’dir. Bahriye Üçok’tur. Türkan Saylan’dır. Muazzez İlmiye Çığ’dır. Suna Kıraç’tır.” Ne güzel kadın isimler saymış.(!) Saymış olduğu isimler üzerinde durmayacağım. Kadın dediği için isimleri verdim. Laikliğin kadına değer verdiğini hatırlattığı için isimleri verdim.
Sayın Özdil, her halde “Erzurumlu Şöhret Ananın” hikâyesini bilir. Bilindiği Dünya genelinde kadın idamları oldukça azdır. Bunlarda bir tanesi şöhret anadır.
25 Kasım 1925 Tarihinde kabul edilen Şapka İktizası Kanunu, 28 Kasım’da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Hala da bu kanun caridir, geçerlidir.
“Şapka Kanunu basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Zira bu kanun ile “benim devrimlerime uymazsanız sonunuz nice olur” denilerek hemen hemen her ilimizde idam cezaları uygulanmış hatta yetmemiş gibi Erzurum’da şal satan Şöhret Ana’yı idam etmişlerdir. Amaç halka korku salmaktı. Hatta zavallı bir kadını da kurban ettiler ve bunu da başardılar. İslam’ın izzet ve şerefini bin yıldır muhafaza eden bu millet kadınları dâhil asılmak suretiyle acımasız bir şekilde ezildi, hakarete uğradı.” (Vuslat Dergisi, Sayı 174)
Şimdi, laiklik nedir Yılmaz Efendi! Kadın mıdır, kadınsa, Erzurumlu şöhret ana kadın değil miydi?
Şöhret Anayı idame ederek dönemin laikleri şöyle bir mesaj mı verdi:
Bizim inkılâplarımıza uymazsanız, kadında olsanız dahi acımayız? Gerekirse inkılaplarımız için, kadınları dahi öldürürüz.
Şimdi sen yazında, “laiklik kadına özgürlük vermiştir” diyorsun. Peki, Şöhret Ananın özgürlüğünü kim çaldı, laiklik çalmadı mı?
Şimdi Laiklik özgürlük müdür, yoksa diktatörlük müdür?
Gerçekten laiklik bizim neyimiz olur?