“Şüphesiz, Allah mü'minlerden, canlarını ve mallarını, kuşkusuz karşılığında cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar Allah yolunda (küfre götüren en büyük sebep olan cehaletle) savaşırlar, (şeytan ve avanesinin mazlum, perişan olan gençlerin bilinçaltına yerleştirdikleri kötü projeleri söylem ve eylemleriyle) öldürürler ve (bu uğurda hiç çekinmeden mukaddes olan canlarını verir) öldürülürler! (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur-an'da (Allah'ın) kendi üzerine aldığı hak-gerçek bir va'ddir. Ve Allah'tan daha çok kim va'dini yerine getirebilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alış-verişinizden dolayı sevinin. İşte en büyük kurtuluş budur.” -Tevbe Suresi: 111-
Bu âyeti kerime, ikinci büyük Akabe biatında yetmiş kişilik Ensar grubunun Resûlullah (s.a.v.)'e biat etmeleri üzerine nazil olmuştur. Orada bulunan Medine'li topluluk, yalnız Allah'a ibadet edeceklerine, Allah'a ortak koşmayacaklarına ve kendi nefislerini ve mallarını korudukları gibi Rasûlullah'ı koruyacaklarına dair, Rasûlullah (s.a.v.)'e biat etmişlerdi. Onlara bu biate uymalarına karşılık cennet müjdelenmişti. Bunun üzerine Ensar: "bu ne kârlı bir alış-veriş!" Bundan ne döneriz nede dönülmesini isteriz" dediler.
Zaman geçti, devran döndü. Bu biatten tam 1400 yıl sonra bu sefer Arabistan'da değil Kürdistan'da karşılık buldu dönülemeyecek olan biat. Canları pahasına da olsa Allah’a verdikleri sözleri değiştirmediler. Şehidlerin; sözlerinde ve özlerinde sadık olduklarına tüm ümmet şehadet etti. Amansız bir yalnızlıkla yalnız kaldılar, tecrit edildiler, ambargoya tabii tutuldular, gözaltında anlatılamayacak şekilde işkenceye maruz kaldılar, zindanlarda istif edildiler, aç susuz bırakıldılar ama yılmadılar, sözlerine sadık kaldılar. Ve şehit Şamil Basayev'in dediği gibi "İki ölüm olmadığına göre, O tek ölüm yiğitçe olsun!" dediler ve ömürlerini şehadetle taçlandırdılar.
Bizlere gerçek aydınlığı göstermek için birer meşale görevini gördüler. Bu görevden bıkmadan, usanmadan dikenli yollarda yol katettiler. Bu uğurda korkusuzca, şereflice canlarından geçtiler ve canları olan çocuklarını bizlere emanet ettiler.
Şehidimizin eşi de bizlere bir uyarı ve telkinde bulunuyordu Zeynep misali. Bu gençler davayı omuzlasınlar, daha çok çalışsınlar, eşimi bu uğurda verdim. Yoksa; Yetim kalan çocuklarımın hakkını helal etmem... Ne ağır bir sorumluluk anlayabilene... Ne şerefli bir emanet sahip çıkabilene... Ne yiğitçe bir haykırış duyabilene...
Başka bir şehidimizin eşinin söyledikleri de muazzamdı. Şehit ailesine yaraşır şekildeydi. Ne demişti şehit eşi; (şehid) "Muhammed Şerif, Şehit Yasin'den daha iyi değildi, Peygamberin torunları olan Hasan ve Hüseyin'den daha kıymetli değildi"... Acısı taze olan birinin söyleyeceği sözler değil bunlar. Ancak hakiki imanı elde etmiş, gerçek manada teslimiyeti kuşanmış, musibet anında sabrın sabır olduğunu anlamış ve ümmete de hatırlatmış bir mücahidenin vaaz kürsüsündeki haykırışıdır.
Bizler, aziz Islamın sancağını yüceltmek için bu yola girip mukaddes canlarını veren ölümsüz şehitlerimizin emanet bıraktıkları davamıza daha sıkı sıkıya, daha içten-candan daha bilinçli bir şekilde sarılmalıyız. Götürebildiğimiz kadar göklere taşımalıyız. Yoksa sadece yaptığımız ibadetler bizleri fazla sırtlayamaz, yarı yolda bırakır. “...
Benim yolumda kendilerine eziyet edilenlerin, çarpisanlarin ve öldürülenlerin kötülüklerini örtecek ve kendilerini altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Bu Allah katından bir karşılıltır. Karşılığın en güzel olanı Allah katındadır." -Al’i İmran: 195-
"Biz ölümün, tehlikelerle dolu bir hayattan ebedi nimet ve saadetlerle dolu gerçek bir hayata geçiş köprüsü oldugunu biliyoruz. O halde biz ölümden nasıl korkarız?... Ey Müslümanlar! Şunu da bilmek gerekir ki, ölümden korkana ayeti celilelerin bir tesiri olmaz. O ayeti kerime ne kadar yüce, ne kadar ulvi olsa da... -Hasan El-Benna-
Hak yolda hakka doğru halka (batıla) inat, gözünü kırpmadan canından geçenlere selam olsun...