Dünyanın en eski kurulmuş ülkelerinden biri, Etiyopya.
Eski isimleri Abisin ve Habesiştan'dır. Habeşistan denilince akla ilk gelenlerden biri, Müslümanların zulüm gördüğü ve hicreti yaşadıkları bir zaman da, ülkesine kabul eden, kalbi yüce Kral "Necaşi" olur. Diğer biri ise,medyada adını açlık ve yoksulluk ile yan yana yazdıran, bir ülke. Ve hep bir resim kalır yüreklerimizde bu ülke anılınca. Yüzüne sinekler konmuş, karnı şiş, cılız, gözlerinden her hali okunan, simsiyah tenli bir çocuk...
Renkleri lisanları farklı bir ülkeye gidip, özellikle orda yaşayan yetimlere sarılmak ve hasbihal olmak. Anlatılmazı zor ,kelimelerin ifade edemeyeceği duyguları yaşatıyor insana. Yaşadığım ülkede, yaşam şartlarının üstün düzeyde olması, bana veya çevremdeki duyarlı insanlara, vicdan penceremizi kapattırmamıştı.
Bizler tok olarak sabaha ulaşabiliriz. Ne anlarız aç kalmışın halinde, demedik. "Bir elin nesi var, iki elin sesi var" atasözünden yola çıkarak, birleştirdik ellerimizi. Aslında yüreklerimizi. Ve mübarek ay olan Ramazanı vesile kılarak, kalkıp geldik. Etiyopya, Afrika ülkelerinden bir tanesi. Hiç sömürülmemiş, başları dik bir milletten oluşan bir ülke. Lakin kuraklık ve insanların birazda hala ilkel şartlarda yaşama devam etmelerinden kaynaklı, fakir denilecek bir ülke. 84 lisanın konuşulduğu, 3 dinin iç içe yaşadığı bir yer.
Etiyopya'nın başkenti Abbis Ababa'nın sokaklarında bir kaç saat dolaşmanız, size bu ülke hakkında yeterli bilgiyi açıkça vermekte. Berlin'deki, yüreği güzel insanların hatta uzaklardan başka ülkelerden gideceğimi duyup, bana ulaşan insanların gönüllü elleri olup, yetimlere ve yoksullara uzanabildim.
Yoksulluk nedir! diye bir soru sormaya kalkmayacağım. Herkesin buna elbette bir cevabı vardır. Lakin öyle manzaralar ile karşılaştım ki... Nefesim dudaklarımın arasına sıkışıp kaldı.Belki de utandı . Rahatlığından. Evet bizler rahatça nefes alabiliyorduk. Takılmıyordu yüreklerimize, nefeslerimiz. Çünkü,yarına sofraya ne koyma derdimiz yoktu, bizlerin. Belki derdimiz, evlatlarımıza ne beğendirmek, adına beynimizi boşuna yormak ,vardı. Paranın gücünü kullanarak yaşamak, vardı.Bizlerin yaşam felsefesinde.
Bizler, nedense yaşantılarımızı mukayese ederken, hep en üstün olanlara bakarız. Neden benim böyle bir yaşantım yok...? Evet neden yok? Benim yada sizlerin Etiyopyalı bir insandan ne farklı yanımız var ki!!!
Benim anlatmak istediğim aslında fakirlik değil. Belki bir nebze unutmuş olduğumuz hayat yaşantımızı tekrar gözden geçirmek. Bir 10 metrekarelik derme çatma baraka içinde, yerde ince bir süngerden oluşan yatakta yatan bir kadının, eline utanarak koyduğunuz paranın verdiği sevinci, gözlerinden okuyabilmek. Dudaklarından dökülen kelimeler ise "artık bir döşeğim olacak, sırtlarım ağrımadan kalkacağım ..." duyunca, gizli göz yaşlarınızı içinize akıtabilmek. Sonrası .... Sadece sonsuz şükürler etmek. "Hala ölmemiş benim insanlık ruhum" diyebilmek için.
Başlarımızı deve kuşu misali toprağa gömmeyelim. Her halimize önce şükür sonrasına elimizden ne kadar gelirse yardım edebilelim. Bu duyguları yaşamak için, kilometrelerce yol almaya gerek yok. Dediğinizi duyar gibiyim. Elbette yok. Her insan evinin önünü temizlese, etrafta çöp kalır mı...? Gösteriş adına, iyilikler yapmaktan vazgeçemeyen, egosu tavan yapan, insanlıklarımız...
Belki uzak diyarlara zahmetlice yapılan yolculuklar, uykularımızdan uyandırabilir. Yaşadığımız hayatı tekrardan sevebiliriz. Her nerede yaşıyorsak... Bu ülkeden, daha çok anlatılacak gözyaşlarım var. Şimdilik , sonsuz "Hamd-u Sena'lar olsun" diyelim. Hayat mevsimlerimize. Yüreklerimize, bir parça sevgiyi ve merhameti hiç esirgemeden yaşatalım. Hayat her haliyle yaşanmakta. Lakin en değerli yaşam bir yüze gülümseme bırakabilmektir. Değerli okurlarım. Sevgilerimle...