Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtuluş olan, bereketleri ve hayırları içinde barındıran Ramazan Ayı’nın son günlerine doğru gidiyoruz. Tüm amacımız Ramazan’ın, manevi ikliminden hakkıyla yararlanmak ve maddi-manevi yönden güzel bir ay geçirme olsa da, Ramazan ve orucun ne kadar bilincinde olduğumuza bakmamız lazım.
Bildiğiniz gibi oruç imsak ile başlar; İmsak kendini tutmak demektir. Yani yemeden, içmeden ve cima'dan kendini tutmak ve korumak demektir. Bu yaz sıcaklarında yaklaşık 17 saat aç-susuz kalarak tuttuğumuz orucun mahiyeti ve üzerimizde bırakması gereken manevi etki konusunda fazla bilinçli olmadığımızı görüyoruz.
Cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların zincire vurulduğu Kur'an ayı, ibadet ayı, mağfiret ayı ve sabır ayı olan Ramazan'da nedense oruç tutan bizler nefsimizi terbiye edip, nefsani hastalıklarımızdan uzaklaşarak sabrımızın artması gerekirken, tam tersine, 'Bak zaten oruçluyum, zaten canım burnumda, kızdırma beni' vs. diyerek orucu sinirlenme, kavga ve kargaşaya malzeme yapıyoruz.
Peki, oruç bu mudur yani?
Tabiki oruç bu değildir. Sorun oruçta, ibadette ve İslamda değil, sorun bizlerin İslamı ve ibadetin mahiyetini idrak etmeyişimizden kaynaklanıyor. İslamı tam manasıyla anlamadığımız için orucumuz maalesef bize fayda vermiyor.
Bakınız, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) oruçlu hakkında, "Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa 'ben oruçluyum!' desin (ve ona bulaşmasın)" -Müslim, Siyam 164- diye buyuruyor, bizler ise tam tersini yapıyoruz.
Rabbimiz orucu emretti diye yeme ve içmeyi bırakabiliyorsak, gıybeti, dedikoduyu, hasedi, münakaşa ve kavgayı da terk etmeliyiz.
Oruç bizim için bir kötülükler karşısında kalkan olmalıdır. Ve bu kalkan ile bütün kötü huy ve davranışlarımıza set çekmeliyiz.
“Kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi terk etmezse, Cenab-ı Hak o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat buyurmaz” ve “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan, susuzluk çekme ve açlıktan başka bir kazancı yoktur. Nice geceleyin kalkıp nafile ibadet yapanlar vardır ki, bu kalkmasından ötürü, uykusuzluktan başka bir kazancı yoktur. -İbn Mace- hadisi şeriflerini hayatımıza ölçü yapalım.
Bu mübarek ayın daha ilk günlerinden beri maalesef ölüm ve yaralanmalı kavgaların olması bizlerin İslam ahlakı ve Peygamber Efendimizin örnek yaşantısından uzak olduğumuzu gösterir.
“Sabır ayı olan Ramazan’ın ve her ayın üç gününün orucu kalpte bulunan bütün kötülükleri giderir” -Müsned, 5:363- Hadiste de ifade edildiği gibi Ramazan’ın bir adı da sabır ayıdır. Başka bir hadis-i şerifte “Oruç sabrın yarısıdır” -İbn Mâce, Sıyâm 44- buyrularak oruçta sabrın büyük bir yerinin olduğu bildirilir. Bediüzzaman hazretleri, “Beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün ilâcı oruçtur.” -Mektubat 29.Mektup- diyerek orucun mahiyetini açıklamıştır.
Ramazan ve oruç ibadetini hakkıyla anlarsak iyi bir sabır eğitimi yaparız. Bu güzel ahlâkı kendi dünyamızda bizzat yaşarız. Acıktığımız halde ağzımıza yiyecek bir şey almamakla, susuzluktan boğazımız kuruduğu halde bir damla su içmemekle vücudumuzu sabra alıştırırız. Ancak ne var ki ibadetin mahiyetini tam anlamadığımız için, sabır ve tahammül eğitimi ahlakımıza ve davranışlarımıza yansımıyor. Bunun sonucunda da Ramazan ve oruca yakışmayan durumlar ile karşılaşıyoruz.
"Sabretmesini bir bilsek" adlı yazımda da belirttiğim gibi; Bizlerde okumamıza, her konuda kendimizi bilgi sahibi bilip her konuda fikir beyan etmemize rağmen son noktaya gelince maalesef sabretmiyoruz ve bütün bilgi ve emeklerimizi heba ediyoruz. Sabretmesini bir bilsek, belki de başımıza gelen musibet ve olayların hiçbiri gelmeyecek.
Hakkıyla oruç, Ramazan ve ibadetin mahiyetini anlayanlardan olmamız dileğiyle… Wesselam...