Büyük acıların yaşandığı 2. Dünya savaşından sonra, SSCB’nin yayılmacı politikalarına karşı ortak savunma ve işbirliği için 12 Avrupa ülkesi NATO Paktını kurdular. Ve bu pakta karşı Sosyalist ülkelerin lideri konumundaki SSCB ve kendisine bağlı Polonya, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan ve Doğu Almanya Varşova’da toplanarak NATO Paktına karşı VARŞOVA Paktını kurdular.
Eskiden Varşova denilince akla NATO karşısında örgütlenen VARŞOVA Paktı gelirdi. Oysa şimdi Varşova kentinde Rusya’ya karşı NATO toplantısı yapılıyor. Ezilen halklara bir umut olarak sunulan Sosyalist ülkelerden eser kalmadığı gibi, bazı eski sosyalistler de bu toplantıya iştirak etti.
Cumhuriyet tarihiyle birlikte iktidara getirilen Kemalist-tek parti yönetimiyle, Kürt halkına karşı inkâr, katliam, tehcir ve asimilasyon politikaları en sert şekilde uygulanmaya sokuldu. Şeyh Said bahanesiyle yüzlerce köy yakıldı, yıkıldı. Zilan, Ağrı ve Dersim’de katliamlar yapıldı.
Ve ne tuhaftır ki, Dersim’de çok vahşiyane bir şekilde katledilen Alevilerin çocukları “Celladına âşık” misali, bu katliamın sorumlusu partinin arka bahçesi gibi bir görev üstlenmiş görüntüsü vermektedirler.
Ve günümüzde bize Kürt halkının temsilcisi olarak pazarlanmak istenenlerin birçoğu, Kürtlerin en çok mağdur edildiği Kemalist sistemin savunucuları veya fikirdaşları olmaktadır. Kürt siyaseti harekâtı gibi gösterilen oluşumlarda, Şeyh Said ve Seyid Abdulkadir’in torunları değil de Kemalist ve ateistler daha çok görünmektedir.
Kürt halkıyla dil, din, örf, kültür, yaşam tarzı olarak hiçbir benzerliği olmayan Kemalist-Sosyalist birileri güya Kürtler adına! Ömrünü Kürt halkının haklı davasına adamış bir ailenin çocuğu ve Bağımsızlık yolundaki Kürdistan’ın Başkanı olarak, Kürt halkının zararına olan savaşın ve Kürt gençlerinin ölümünün önüne geçmek isteyen Mesut Barzani’ye, “İç işlerimize karışma” diyebiliyor.
Selahaddin Eyyubi ve Şeyh İdris’ten sonra mazlum Kürtlere rahat bir nefes aldırmaya çalışan Tayyip Erdoğan’a en büyük düşmanlık yaptırılmaktadır.
SSCB döneminde solcuların en yaygın sloganı olan “Kahrolsun ABD” yerine, bugün “Biji ABD” Sloganları atılmaktadır. Dün ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İsrail… Devletlerine faşist ve emperyalist diyen solcuların büyük bir kesimi; bu gün sırtını bu faşist ve emperyalist ülkelere dayamış ve halklarına karşı baş emperyalistle işbirliği yapmaktadırlar.
1999 yılında Kenya’da yakalanan Abdullah Öcalan, paketlenerek Türkiye’ye teslim edildi. O dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, bazı konuşmalarında “ Abdullah Öcalan’ın kendilerine neden teslim edildiğini anlayamadıklarını” itiraf ediyordu. Ve ne Tuhaftır ki, Abdullah Öcalan’ı ta Kenya’dan teslim alarak Türkiye’ye teslim eden ABD, bugün Abdullah Öcalan’ın örgütüyle işbirliği yapmaktadır! Ve daha da tuhafı, Abdullah Öcalan’ı liderleri kabul edenler ve antiemperyalist solcular, liderleri Abdullah Öcalan’ı teslim alarak Türkiye’ye teslim eden emperyalist, işgalci ve dünyanın her tarafında mazlum halkları katleden ve şeytani oyunlarla halkları birbirine kırdıran Amerika’ya nasıl güvenebiliyor ve nasıl işbirliği yapabiliyorlar?
Temelleri zulüm ve sömürü üzerine kurulu emperyalist ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya’nın tarihleri katliam ve ihanetlerle doludur. İslam coğrafyası ve geri kalmış ülkelerdeki fitne ve kavgaların senarist ve müsebbipleri batılı emperyalistlerin ta kendileridir. Dün Barzani’ye, Kadı Muhammed’e, Osmanlıya karşı kullandıkları Şerif Hüseyin’e yaptıkları ihanetleri size-bize yapmakta asla tereddüt etmezler. Bizi kışkırttıkları güç ve ülkelerle anlaşma zemini bulduklarında bizi-sizi satmakta asla tereddüt etmezler.
Ve gelelim bu haftanın tartışması konusu edilen Bahoz Erdal- Fehman Hüseyin’in öldürülmesi meselesine. 1977’de Hakkı Karer ve 1986’da Mahsum Korkmaz’ın şüpheli ölümlerinden sonra, ilk defa bir örgüt yöneticisi suikastla öldürülüyor. Acaba gerçekten öldürüldü mü, yoksa birileri tarafından satıldı mı? Üzerinde iyice düşünülmesi ve araştırılması gerektiği kanaatindeyim.