Türkiye Cumhuriyeti1959 yılında, o zamanki ismi Avrupa Ekonomik Topluluğu olan Avrupa Birliğine üyelik başvurusu yaptı. 1963 yılında imzalanan Ankara antlaşmasıyla ilişkiler başlamış oldu. Tam tamına 57 yıl oldu. Süreç yılan hikâyesine döndü. Hâlen de yılan hikâyesi olarak devam ediyor.
Şimdiye kadarki hükümetler, ilgili ve ilgisiz sivil toplum örgütlerin birçoğu Avrupa Birliği’ne girmemiz için büyük bir istek ve çaba göstermekteydiler. Bu istek ve çabalar, Avrupa’ya özenti kaynaklı veyahalka yapılan bir takım baskı ve dayatmaların neticesinden dolayı istenen taleplerdi.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye layık gördüğü en uygun politika ise kapısında bekletme politikasıydı. Bizi kapısında bekletirken de ezmekte ve şahsiyetimizle dalga geçmekteydi.
Bu da Avrupalının zihinsel sakatlığından kaynaklanmaktadır.
Avrupa, sivilleşmeyi, özgürlüğü ve insan haklarını evrensel bir değer olarak görmemekte. Bu değerleri yalnız kendisine layık görmektedir. Çoğulcu kültürel bir yapıyı da kabul etmeyen bir zihniyete sahiptir.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından gündeme gelen idam cezasının geri getirilme istekleri, Cumhuriyet Gazetesi’ne yapılan operasyonlar, firari eski genel yayın yönetmeni Can Dündar’ın Almanya Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmesi, ayrıca HDP’ye yapılan operasyonlar aramızdaki ilişkileri oldukça gerdi. İlişkiler karşılıklı olarak restleşmeye kadar vardı.
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Alman Başkanı Martin Schulz, "Türkiye idam kararını yeniden uygulamaya koyarsa o zaman kırmızıçizgimizi aşmış olur ve Avrupa Birliği ile müzakere süreci bitmiş olur" açıklamasında bulundu.
Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Türkiye'deki son gelişmeler nedeniyle Ankara'yı ekonomik yaptırımlarla tehdit etmiş, Gülen örgütüne yönelik soruşturmalarda gözaltına alınan ya da tutuklananlar üzerinden yaşananları "Nazi dönemine” benzetmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bununla ilgili, "Utanmadan, ellerine bulaşmış kana aldırmadan bize Nazi benzetmesi yapıyorlar. Nazi sizsiniz.”
Erdoğan ayrıca, "Utanmadan, sıkılmadan kalkmış ne diyorlar; 'Türkiye'nin Avrupa Birliği müzakereleri gözden geçirilmelidir.' diyorlar. Geç kaldınız ya, bir an önce gözden geçirin. Ama gözden geçirmekle kalmayın nihai kararınızı verin" diye konuştu.
Başbakan Binali Yıldırım, “PKK’ya ve FETÖ’ye kucak açanlar Türkiye’ye ayar vermeye kalkışamazlar. Tercihlerini yapsınlar. Terör örgütleriyle mi yürüyecekler, yoksa Türkiye ile mi?”
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Her gün bir ülkenin dışişleri bakanı kalkıyor kendi başına, yok Türkiye'yi atalım, Türkiye'yi müzakerelerden, üyeliklerden atalım, NATO'dan atalım diyor. Sen kimsin de Türkiye'yi atıyorsun. İkide bir Türkiye'yi aşağılayıcı tutumlardan bıktık.”
Başta Cumhurbaşkanı Avrupalıların restlerini gördü ve karşı restini çekti, ardından Başbakan ve Dışişleri bakanı da hadlerini bildirdi.
Biraz geç kalınmış restler ve tavırlar ama yine de iyi.
Peki, biz Avrupa Birliği’ne (AB) niye girmek istiyoruz?Bu projenin üzerine bina edildiği ortak değerler, Batının ortak değerleridir.Kendimize tamamen yabancı bir birlik ve değerler manzumesidir. Aslında Avrupa Birliği’ni istemeyle kültürel kirlilik sendromu yaşıyoruz.
İnsan hiç kendisini yok etmek isteyen değerlere teveccüh eder mi? Sürekli aşağılayıcı konuşmalarını sineye çeker mi? Türkiye’ye karşı olan tüm terör örgütlerine kucak açan, besleyen ve hamilik yapan bir birliğe girmek istemenin gerekçesini anlamak mümkün değil.Eskiden bazılarının kendilerine göre bir takım haklı gerekçeleri olabilirdi ama şimdi durum çok farklı. O gerekçelerin birçoğu şimdi geçerli değil.
Biz en kısa zamanda Avrupa Birliği başvurumuzu dondurmalıyız, geri çekmeliyiz veya referanduma gitmeliyiz. Benim şahsi tercihim başvurumuzu derhal geri çekmeliyiz. Bu aynı zamanda AB’nin dağılma sürecine de önemli bir katkı sağlayacaktır.
Kur’an-ı Kerim bakalım bu husus ne buyuruyor:
“Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne de Hristiyanlar asla senden razı olmazlar. "Asıl doğru yol, Allah’ın yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.” (Bakara, 2/120)