Avrupa Birliği (AB) sürecine ve ilişkilerimize baktığımızda ilginç fotoğraflarla karşılaşıyoruz.
Avrupalı, sivilleşmeyi, özgürlüğü ve insan haklarını her insan için evrensel bir değer olarak görmemektedir. Bu değerleri yalnız kendisine layık görmektedir. Çünkü kendilerinden başkasını insan olarak kabul etmemektedirler.
Batılı çoğulcu kültürel yapıyı da kabul etmeyen bir düşünceye sahiptir.
Batılıların değerleri içerisinde birçok vahşet tabloları var. Katliamlar, soykırımlar, insan ticareti, talan, sömürü v.s. saymakla bitmez.
Fakat geçmişi bırakıp günümüzde ki yaptıklarına bakmamız bile yeterlidir.
Bu değerleri içerisinde; demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemleriyle Müslümanların katledilmeleri var.
Bu değerler içerisinde başka ülkelerde ekonomik krizler çıkarma ve darbeler yapma hakları var.
Bu değerler içerisinde İslâm Coğrafyasında etnik ve mezhepsel ayırımlar çıkararak bölücülük yapıp milleti birbirlerine kırdırma faaliyetleri var.
Bu değerler içerisinde kendi menfaatleri olduğunda her türlü terörist faaliyetleri destekleme hakları var.
Dünya doğal kaynaklarının gasp etme plan ve eylemleri var.
Bu değerleri içerisinde, kendilerinin nükleer silah üretme hakları var ama başka devletlerin buna hakları yok.
Bu değerler içerisinde vahşi kapitalizmin bütün vahşeti var.
Yani Batı’nın kutsalı çıkarlarıdır. Bu çıkarlar uğruna da tarih boyunca hep saldırgan olmuştur.
Türkiye’nin yakın geçmişine baktığımızda da;
Halkı ve değerlerini dışlayan tepeden inme despot bir yapı, vatandaşa efelenen, onu küçümseyen ve ona tepeden bakan bir devlet anlayışı, sivil ve askeri bürokratların buyrukları ve baskıları var.
Bir tarafta, kendi kendine korku ve düşman üreten ve bu ürettiği korku ve düşmanı siyasi bir güç olarak kullanan kurumlar var.
Darbelerin övüldüğü, darbecilerin, askerlerin ve ihtilal kurumlarının özel korumaya alındığı bir ülke.
Bir tarafta; “Hâkimiyet Milletindir.” denilen ülkemizde milletin geri plana itilmesi ve iradesinin yok sayılması var.
Bir yandan da, bütün bu olumsuzluklar karşısında, sivilleşme, hür yaşamı ve gelir seviyesini yükseltme arzusu vardı.
Avrupa Birliği’ne aday bir ülke olarak, yarım yüzyıl bu ülkeyi kapıda beklettiler. Bekletirken de ezme, dalga geçme ve aşağılama tutumlarını daima sürdürdüler. Bitmez tükenmez buyrukları, emirleri ve isteklerini dayattılar.
Aslında bu ülkenin büyük bir çoğunluğunun Avrupa Birliği isteği, denize düşenin yılana sarılmasıydı.
Avrupa Birliği’ni istemek, iki arada bir derede kalmanın açık fotoğrafıydı.
Avrupa Birliği’ne mesafeli bakanların yanında, bir takım elit tabakamız tarafından da 200 senedir, hayal edilen, imrenilen ve özlenen bir hedeftir batılılaşma isteği.
O zamanlar milletin/hükümetlerin önünde üç seçenek vardı.
1-Sırtımızı, geçmişimize, kültürümüze, tarihimize ve dinimize dönüp ne pahasına olursa olsun, Avrupa Birliğine girmek için her türlü tavizi vereceğiz. Girmek umuduyla da Avrupa Birliği (AB) kapısında sızlanmaya devam edeceğiz.
2-Avrupa Birliği (AB) rüzgârını/bahanesini arkamıza alarak, girmek ister gibi çalışacağız. Bir takım tavizler vererek, ekonomimizi disipline edecek, siyasi ve sosyal iyileştirmeleri ve düzenlemeleri yapabileceğimiz ölçüde yapmaya çalışacağız.
3-Hem Avrupa Birliği’ne hem de içerideki güç odaklarına ve baskı gruplarına “yetti artık” deyip, kendi iç dinamiklerimizi harekete geçirip, başkaları istiyor diye değil, kendimiz için, inançlarımız doğrultusunda, ekonomik, siyasi ve sosyal değişimleri büyük bir kararlılıkla yapacağız. Bu da büyük bir risk almaktı.
Avrupa Birliği (AB) sürecindeki bitmez tükenmez yolculuğumuz bu gel /gitler içerisinde gerginliğini her zaman koruyarak devam etti.
Bütün bunlar, Avrupa Birliği’nin, ülkemizin ve insanlarımızın gerçekleri.
Benim tercihim 3.maddeden yana.
Fakat AKP hükümetleri ikinci yolu tercih etti ve bunda da kendi politikaları açısından oldukça başarılı oldu. Şimdi durum artık farklı, hiç bir şey artık eskisi gibi değil.
Türkiye artık Avrupa Birliği (AB) karşısında daha güçlü, dirençli ve kararlı.
Buyurganlıklarına tepki verebiliyor, dayatmalarına karşı çıkabiliyor. Yalanlarını yüzlerine vurabiliyor. Avrupa Birliği (AB) tarafından, bunların faturaları da tek tek kesilip Türkiye’ye gönderiliyor. Haydi hayırlısı.