Günlerden haftalar, haftalardan aylar, aylardan yıllar ve yıllardan da hem tarih hem de insan ömrü oluşur… Bunu bilmeyen yoktur…
Fakat bazılarımız, bu tarihi süreç içinde oluşan hayatımızdaki olayların tekdüzeliğinin ve monotonluğunun farkına varmadan doğum günlerini, yılbaşı veya herhangi bir olayın yıldönümünü kutlar…
Biz ümmeti Muhammed'in (s.a.s) zamanlarını ve belirli gün, gece ve yıldönümlerini mevcut dominant kültürün dayattığı tarzda kutlama yerine manevi yaşantımızı ihya, iç âlemimizi gözden geçirme basiretiyle geçirmesi gerektiğine inanıyorum.
Oysa yıllar ve zaman değişse de değişemediğimizin farkına varamadık…
Bu kısır döngünün içine “Mahkûm” olduğumuzun farkına varmak, milattır!
Tükenen insandı, zaman vesile…
Değişim, tabiatın temelinde olduğu halde, değiş(e)medik ve dolayısıyla değiştir(e)emedik.
Peki, bizler değişmiyor veya yenilenmiyorsak, yılların zamanın değişiminden ve/veya yenilenmesinden bize ne?
İslam, tarih sahnesine çıktığı ilk günden itibaren insanı merkeze almıştır. Dolayısıyla İslam’ın karşılaştığı problemler de insan odaklı meseleler olmuştur. Çünkü bu anlayış biçimini inşa etmek isteyenler, eşit ve onurlu bir yaşamı oluşturma ve yaşatma felsefesiyle yola çıkmışlardı.
Elbette bu anlayış biçimi, şimdilerde olduğu gibi o dönemde de birçoklarının hoşuna gitmedi ve homurdanmalarına yol açtı.
Bu anlayışı yok etmek için çeşitli yollar aradılar. Bu arayış içinde olanlar, bazen kendilerini saklama ihtiyacı hissederken bazen de saklanmaya bile ihtiyaç duymamışlardır.
Tüm bu homurdanmalara rağmen, imanı içselleştiren İslam kahramanları, samimi ve içten gelen reflekslerle İslam’ın “onurlu insan medeniyetini” inşaya koyuldular. Bu inşa esnasında Efendimizin direktiflerini emir telakki ederek dürüst, ilkeli ve istikamet üzere bir medeniyetin temellerini güçlü bir şekilde ortaya koydular. Daha da önemlisi onlar, efendimizin direktiflerini yaşayarak hayata geçirdiler. Bunu Kur’an’ın ortaya koyduğu ahlaki prensiplere uyarak başardılar.
Müslüman toplumlar Kur'an'ı kendi aralarında hakem etmedikçe ne kendi problemleri çözülür, ne de başka toplumlara Kur'an'ı hâkim kılabilirler. Asıl mesele toplum içinde ahlaklı görünmek değil, yalnızken bile ahlaki değerlere sadık kalabilmektir.
Şayet bizler de o erdemli direktifleri yaşayarak ve o doğrultuda dünyaya daha iyi çocuklar bırakırsak zaten iyi bir dünya kendiliğinden oluşuverir. Gelin hep beraber hayatımıza bu doğrultuda yön verelim.
Hep iyi insanların yokluğundan şikâyet ederiz. Peki, biz(ler), iyiliğin belirtisi olan erdemleri dikkate alarak hiç kendimizi sorguladık mı?
Artık anlaşılmalıdır ki yeni ve güçlü bir toplum, sadece siyaset insanları tarafından değil ancak ve ancak siyaset insanları ile birlikte sanatçılar, fikir, din ve bilim insanları tarafından meydana getirilecek olan kolektif bir akıl ile oluşturulabilir. Bu gerçek ihmal edilemeyecek kadar zaruri bir önem arz etmektedir. Zira halimiz ve coğrafyamız ortada…
Hepimiz ağzımızla-dilimizle "Veliyiz"...!
Yalınız iş eyleme gelince; fakatlar, amalar, lakinler duyulmaya başlar bizden ve dilimizden dökülmeye başlar bahaneler ve mazeretler. Oysa söz ile eylemin bir olduğu an, imanın tekâmüle eriştiği andır.
Nefs, sağlığa zararlı olan her şeyi istiyor diye arzu ettiklerini yerine getirmemiz için bize bunların ruha faydalı olabileceğini zannettirmekte. Bunu zannettirerek bizi maddeye ve dolayısıyla da paraya yönlendiriyor. Nefs, huzur için parayı adeta ‘kıble’ kılıyor.
Oysa para, insanı ne mutlu eder ne de mutsuz, bunu yapan parayı yönetme şeklidir.
İnsan, isyanlardayım deyip günahkâr olacağına, imtihanlardayım deyip sevap almasını başarabilmeli! Kendinizi ne her şeye iştahla yaklaşacak kadar aç bırakın, ne de hiç bir şeyden haz etmeyecek kadar doyurun!
Birinin yüzündeki tebessümüne sebep olmak, dünyada yapılabilecek en iyi ve güzel işlerin başında gelir. Birilerinin mutluluğuna tanık olmak sizi mutlu etmiyorsa, kalbinizde kıskançlık, nefret ve dünyalık hırsı yer etmiş demektir! İnsanların muhtaç olduğu şey; 'hayvan'ları bile birleştirebilen, kucaklaştırabilen sevgidir. İslam'da en büyük hedef; sevginin tesis edilmesidir.
Sadece dışa, görünene bakmakla yetinenler, gerçeği görmenin hazzına varamazlar! Her yeni yıl bizi kabre biraz daha yakınlaştıran yeni bir adımdır. Ne mutlu kabre hazırlıklı girenlere!