Tek önder ve örneğimiz olan iki cihan rehberi sevgili Peygamberimizin hayatımızın ışığı olacak, bizlere yol gösterecek olan bir hadislerinden esinlenerek yazıya başlamak istiyorum.
Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Mümin, bal arısına benzer. Bal arısı gibi hep güzel, temiz, helal şeyler yer. Hep güzel şeyler üretir, hep iyiliklerin peşinden koşar. Hiçbir şeyi ne döker, ne kırar, ne de ifsad eder” -İbn Hanbel, II, 199; Hâkim, Müstedrek, I, 110-
Evet, bizlerde bu hadiste belirtilen özelliklere sahip olmalıyız. Peki, gerçekten bu evsafa sahip miyiz? Kendimizi bir kontrol ettiğimizde bundan fersah fersah uzak olduğumuzu göreceğiz.
Her konuda İslam’ı hayatımızın odak noktasına koyarak Peygamber efendimizin sünnetini kamil anlamda yaşadığımızda ve hayatımızı bütün boyutlarıyla İslam’a göre tanzim ettiğimizde ancak bu vasfa ulaşabiliriz.
Hadise döndüğümüzde bizler maddi ve manevi beslenme kaynaklarımıza dikkat ederek; helal ve tahir olanı tercih etmeliyiz. Haram ve şüpheli olandan kaçındığımız gibi ruhumuzu da iman, ibadet, takva ve ihlasla beslemeliyiz. Böyle yaptığımızda inşallah hep güzellikler peşinde koşar ve etrafa güzellikler saçarız. Aksi halde hem kendimize hem de çevremize zarar vermekten başka bir şey yapmış olmayız.
Sa’d b. Ebi Vakkas (R.A.)’nın şu sözüne de dikkat etmeliyiz: “Gıdam temiz olsun ki duam da makbul olsun.”
Bir canlı ne ile beslenirse ona göre sağlıklı veya sağlıksız bir büyüme göstererek; ya faydalı yada zararlı ürün elde edilir. Haramın binası olmaz. Bedenin gıdası temiz ve helal yiyecekler ise ruhun gıdası da sağlam bir inançtır. Bizler beden sağlığımıza dikkat ettiğimiz gibi ruhi terbiyemize de gereken önemi verirsek; hem kendimizle, hem çevremiz, hem de toplumla barışık bir şahsiyete kavuşuruz. Böylece hiçbir değeri olmayan dünya ve içindeki basit meta için birbirimiz kırmamış ve küstürmemiş oluruz. Bunu yapabilmemiz için imanın tadına varmış olmamız gerekir. İmanın tadını almaz isek, kendimize de çevremize de kötü kokular vermeye devam ederiz. Sonra da hayatımız hep pişmanlıklar ve hayıflanmalar ile geçerde bir türlü gerçek tedavinin imanın tadına varmak olduğunu anlamak istemeyiz. Hep suçu kendi nefsimizde değil de başka yerde arar dururuz.
Bizler İslam’ı hayatımızın ana hattı ve kaynağı olarak kabul ettiğimizde artık kendimize ve çevremize bal arıları gibi fayda veririz. İslam’ın nuru bizi ve çevremizi aydınlatacaktır. İslam’ın nuru ile hep faydalı işler ve ameller peşinde koşarız. Kendi sufli arzuları peşinde koşan değil, insanlığa faydalı olmak isteyen kullar oluveririz, hayatımız cennete dönüverir ve hayattan zevk alırız. Aksi durumda ise hayatımız zindana dönüşüverir.
Bizler ALLAH’ın istediği, bizlere kitab ve Peygamberleri vasıtasıyla talim ettiği istikamet üzere olursak hayatımız ve şahsiyetimiz “bal” gibi hem tatlı, hem güzel kokulu hem de faydalı olacaktır. İnsanlar bizimle olmaktan mutluluk duyacak ve bizlere özenerek bizler gibi olmak isteyeceklerdir. O zaman en güzel tebliğ vazifesini de yapmış olacağız. Yoksa İslam’a tamamen bağlanmadıkça sadece nakıs namaz, oruç ve ibadetlerimizin bizler örnek olma adına bir fayda değil, bilakis ekserde zarar verecektir. İnsanları kazanmaktan çok kaybetmiş olacağız. Böylece bal yerine kokusu olmayan ve tadı acı Ebu Cehil karpuzu gibi oluruz da kendi kendimizden uzaklaştığımız gibi, çevremizde bizden uzaklaşır ve kaybedenlerden oluruz.
Selam ve dua ile…